28 Aralık 2021
STEFAN LORENZUTTİ. Emerald Hours
Gooseberries for supper
by the punnet & palmful,
red refrigerated jello too.
I hypnotize Hania to sleep.
It’s 6 in the evening, light
for hours yet, forest frisky.
Window open to entomology,
diamond screen our portcullis,
I marvel at Hania’s Hania-ness.
We slumber for twelve emerald hours.
Zümrüt Saatler
Akşam yemeğinde
avuç dolusu bektaşi üzümü sepetten
soğutulmuş hibiskus jölesinin yanında.
Uyuması için Hania’yı hipnotize ediyorum.
Saat akşamın altısı, aydınlık
saatlerce daha, orman kıpır kıpır.
Böcekbilimine açılan pencerede,
karo koruyor kale kapımızı,
Hania’nın Hanialığına hayret ediyorum.
On iki zümrüt saati boyunca uyuyoruz.
Çeviren: Sevinç Çalhanoğlu
CİN AYŞE 16, ÇOCUK(LUK)
SEVİNÇ ÇALHANOĞLU. 550 Myrtle Ave*
burası geçerken oturmak isteyenler için
burası otururken geçenler için televizyon
burası ışıklı bir taksi.
burası oturup dinlenmemiz için
burası oturup dinlemek için
burası dilenmek için bir pardesü.
burası oturup uzakları izlemek için
burası oturup yakınları görmek için
burası başkalarıyla göz göze gelmemiz için
burası oyulmuş gözler tapınağı.
burası tırmanmak için bir heykel
burası tırmanıp düşmek için
burası düşüp kafamızı yarmak için
burası iyileşen yaralı kafalar.
uzanmak için olsa bile uzanıp hayal kurmak için değil
burası boş boş uzanan canavar ağzı
gölgesinde güçlenmemiz için.
yağmur yağdığında ıslanmamamız için değil
yağmur yağmasa da ıslanmamız için
burası üstünde oturduğumuz bir su kütlesi.
burası yer altı geçidine gitmek için ipucu
burası almamız gereken vitaminler
burası karnı ağrıyan çocukların toplaşma noktası
burası büyümüş son üçüz ağaç
burası yerden yüksek tesisi.
burası hayvanlar için mucizelerle dolu
burası salyangozlar evi
burası hayvanlara yem olacağımız leziz bir restoran.
* eve dönüş yolunda dinlenmek için oturduğumuz yerde, Leyla’nın sorduğu bu nedir sorusuna beraber verdiğimiz cevaplardan ilhamla.
SEVİNÇ ÇALHANOĞLU. Dünya Yeniden ya da Ablalık Notları
Ben bir çocuk bakıcısıyım. Çocuk bakarken çocuk baktığımı unutuyorum. Çocuk bakarken çocuk baktığımı unuttuğumdan baktığım çocuk parkta beni bulup, “Sevinç,” diyor, “sana bir sorum var: Büyüyünce ne olacaksın?” Gözlerim parlıyor. Yeniden büyüyeceğim için heyecanlanıyorum.
Köpekbalığı Yavruları*
Leyla’yı okuldan aldıktan sonra bindiğimiz trenle genelde dünyayı geziyoruz. Bugün evlerine vardığımızda salonda bizi koca bir okyanus bekliyordu. Hemen koltuğa kurulup balık tutmaca oynadık. Hayali oltamızı salonun orta yerine atıp çekiyor bir yandan da kamp alanımız olan yer minderlerinin üzerinde yiyeceklerimizi hazırlıyorduk. Sonra Leyla yüzmeye karar verdi, ben kamp alanında kaldım. Bir süre sonra yüzünde korku dolu bir ifadeyle geri gelen Leyla ileride köpekbalıkları olduğunu söyledi. Onlara zarar vermezse bize bir şey yapmayacaklarını söyledim. Isınmak için yaktığımız ateşi (buruşmuş kâğıt) aldı ve köpekbalıklarının olduğu yere doğru fırlattı. “Sanırım onları kızdırdım, kesin bize saldıracaklar, hadi kaçalım!” dedi. Saldıran kimse olmayınca beraber köpekbalığının olduğu yere yüzmeye karar verdik. Mutfağı yüzerek geçtik. Köşeye sıkışmış köpekbalıklarını görünce, “Aa,” dedim, “minik yavruları varmış bunun.” Minik köpekbalığı deyince Leyla’nın yüzünde bir yumuşama oldu. Köpekbalığının yavrularını sevebilmek için dönüp boşluğa, “Sana ateş attığım için özür dilerim, yavrularını sevebilir miyiz?” diyerek izin aldı.
Sinekler*
Yatma vakti geldiğinde Adele’le kitap seçiyoruz. O akşam, hayvanlar hakkında şaşırtıcı bilgilerin olduğu kalınca bir kitap aldık elimize. Yatağa uzandık. Kitabın hepsini değil, ancak bir kısmını okuyabileceğimi söyledim. Adele şuradan şuraya diye işaret etti. Yılanlardan başlayıp su aygırına kadar okuyacaktım. Sineklerle ilgili bölüm (erkek sineklerin çiçeklere konduğu, insanları ısıranın dişi sinekler olduğu bilgisi) onu rahatsız etmişti. Türkiye’ye her gittiklerinde sineklerin hep onu yediğinden, ne yaparlarsa yapsınlar sadece ve sadece onu yediğinden dem vurdu. Camı açıyorlardı ve onu yiyordu, denize gidiyorlardı ve onu yiyordu, sofraya oturuyordu ve onu yiyordu. Yorganın altından ayaklarını çıkarıp sineklerin sıklıkla nerelerini ısırdığını gösterdi. Ne annesini ne de babasını böyle ısırıyorlardı. Bundan bıktığını, bu yüzden Türkiye’ye gitmek istemediğini söyledi. Onu sakinleştirmek için beni de hep ısırdıklarından ama geçen yaz kullandığım okaliptüs yağı sayesinde onlardan kurtulduğumu söyledim. Belki kendisi de bu yaz o yağdan sürerdi. Biraz sakinleştikten sonra ekledi: “Ama ya o zaman erkek sinekler beni çiçek sanırsa?”
Kitabın Sonu*
Linden’ın ödevlerini bitirmiş, okuldan aldığı kitabı okuyorduk: Wishing with pennies. Kitapta süs havuzuna sırayla para atıp dilek tutan hayvanlar vardı: Ayı, kaplumbağa, kaplan, fil, yarasa. Her resimde arkada bir de maskeli tilki görünüyordu. Herkes dileğini tutup gittikten sonra tilki gelip havuzdaki paraları topluyordu. Linden kitabın böyle bitmesine çok sinirlendi. Yeni kitaba geçmemize rağmen aklı o kitapta kalmıştı. Kitabı yeniden eline aldı, bir daha okumamı istedi. Bitirince kitabın eksik yazıldığını söyledi. Kitabı evirip çevirdi. Hâlâ kızgındı. Ona kitabı kendi yazmış olsaydı nasıl yazardı diye sordum. “Ben bir sayfa daha eklerdim, çünkü tilkinin kimsenin hayallerini çalmaya hakkı yok, onu cezalandırırdım,” dedi.
*New York’ta ablalık yaptığım çocuklardan ilhamla yazmaya devam ettiğim Dünya Yeniden adlı kitaptan Cin Ayşe için seçtiklerim.
Cin Ayşe 16, ÇOCUK(LUK)
27 Aralık 2021
SELCAN PEKSAN. Esentepe
Okuma bayramında uzun bir şiir ezberlemiştim
Zaman ve meslekler hakkındaydı
Kollarımla geniş bir daire çizerek göstermemi gerektiren bir çapı vardı anlattığı şeylerin
Yaşam ve ölüm hakkında olmadıydı, parmak kuklası hakkında:
Tüm bedenimle kütlesizmişim, şnorkelim bana yeni bir kimlik veriyor
Gökten inen bir perspektif, dibe doğru derinlik kazanıyorum, ruh boyutluyum
Boğulma rolünde kendimi oynuyorum, vurgun yemişim meğer salyalarım
Hare hare içine alıyor beni, kaplumbağaları
Kaplumbağaları hemen şimdi kurtarmalıyız, bunun herkes farkında mı? diyorum
Ölü balıklar geçiyor altımdan asılı kaldığım
Mercanlar,
iribaşları dayımların süs havuzunda istifliyorum, hediye kutusunda müjdeliyorum onları
Sıcak asfalt kıvamındayız, ergenliğe girmemiş her yaştan ciddi kişiler,
Bitli kafalarımız dışarıda
Gömülüyoruz ve yaklaşan kamyonların titreşiminde
Kayıp balıklar olarak seslendiriyorum onları,
Talihlileri selamlıyorum sahneden, siğillerini siliyorum ellerinden
Sapanca çekiliyor, çekiliyor
Siyah plastiği yırtarak çıkartıyorum gazlı kafamı
Soluğu arındırarak, filtrelerden geçirerek hatırlanacak anıları
İnce bir işçilik, seçici zanaatın sırları, benimle kalacakları ayırarak
Yaşama dönmek için kemireceklerden,
Şiirin sonunda yüzümü velilere dönerek büyük bir kahraman edasıyla şunu diyordum:
Biz sizin tanrınıza sunulmak için doğmadık
Saklanmak için doğmadık
CİN AYŞE 16, ÇOCUK(LUK)
PETEK SİNEM DULUN. La vie en rose*
Beni bir saatten ötekine
Bir dilden diğerine yolcu eden vapur sesi
Hep hazır
Onu oraya kimin koyduğunu soracağım
geçtiğim yerleri göstereceğim. ama kime?
Tren raylarında beklediğim
Biletler, jetonlar, kartlar gönderirdi.
Habersizce, kaçar gibi ortadan yok olurdu
Beni yalnız gönderirdi. Yalnız göndermeyi bildi.
Üzerinden geçtiğim hayalet kentler, kasabalar
Hepsini ezberledim. Bir onun yüzü yok
bir el duvar bana > Yedek adım: emanet /
bellek siliyor bazı şeyleri -iyi ki-
Karşılaşınca bakışından tanırdım
Konuşmadan birlikte yürürdük
Görmeyince unuturdum
bağlılık? Nasıl ki? Bu savurganlığın içinde
En iyisi olursam gözüne. Görünmem ki.
Beni kendinden alıkoyan. Yakında.
çıkıntı olmaya çekinirim.
Öyle uysal, evcimen. Göndermesin. Korkum içimde.
Kapıda bavulu. görünce. Hastalanırdım.
GENİŞÇE BİR DENİZ
GENİŞ TAA BULUTLARA KADAR. Nefesim kokusuyla dolu. Olabilirdi.
Ardımda. sıcaklığın. dalgaların. BİR ÇİMDİK HİSSEDİLMEYEN ÜLKESİ. acıydı.
BULUTSUZDU. ORADA kaldı.
GÜN DOĞMADAN YÜZÜMÜ YIKARDI ELLERİ. ÜSTÜM BAŞIM İÇİN UĞRAŞTI.
-BUNU YILLARCA SÖYLEDİ- SONRA BENİ ELLERİYLE BIRAKTIĞI. YOLCULUĞA.
HAZIR MIYDIM?
BUNUNLA İLGİLENMEZ O. Yalnız İşe gitmesi gelmesi
arkadaşları yediği içtiği parası biriktirdiği kendine hep
Sade ben cezalıyım. (kimsem?!)
Ben böyle böyle yerleştim içerlere. benden uzak olana yetişemedim.
Sorma. çok gezen çok kaybolur. her kayboluştan yeni biri.
Bağsız koparılmış kimselerin laneti bu
Kavuşmak da özlemek de dilde
Bir sarılmak yok şöyle, yanaktan öpmek yok
PENCEREDEN DIŞARLARA DOĞRU. Gördüğü de söylediği de.
Haah geldin mi?
geldim.
Bugüne. *Edith Piaf
CİN AYŞE 16, ÇOCUK(LUK)
MURAT ÜSTÜBAL. İnfanzia: Çocuktan Al Haberi
-Masal ve Alina’nın yaşam koçluğuyla-
Kozmosun altından girdim üstünden çıktım:
Darbenin olumsuzlukları için ortada kalmıştık; orta ikiydik.
Sokaklar esc için erkendi, yollar parke taş beton arası sınırsız ıssızlık,
dimağlar arasıydı hava ve hebaya çok müsait bir berhava,
Dağdan gelinemezdi de bağdan gelinirdi şarapsız,
her geliş deli ağrısı, kaldırımda kalakalmanın Sisyphos’u,
tartışmayı slogan yazılarından öğrendiğim okumadan çok yazamama.
Duvarın ruhu grafiti için dar yıllar; spreyi bitmiş koku.
Rengi yok, harfsizlik demode ve filolojik uyku indeksi eksik,
şiirin dizelerle diz dize yazıldığı konvansiyonel işlikler,
bilinçdışı diye bilinenler bilinç akışı, artsüremliliğin eşsüremlilikle
fotoğraf verebildiği bir çelişme, çakışmaya doğru psykhe.
İpi çekilip girilen kapılar kimsenin ipi çekilmeden önce yıkıldı.
Biz içinde kaldık; altında kalınan dikteler resmi kanaldan izlenir mi?
Duyargaya rağmen içinde kalınamayacak süreç köleliği,
içkinlik mağduruna oyuncak olsun diye ego sersemliği, legolar içre.
Lego-zihin epeydir alástor çarığı boynuzun kulağı geçtiği
bir kayrolog: seyredilenin işlevinin seyredenin inşası kadar olduğu.
An’ın larvalaşması, larvanın hayalet maddesi ansiklopedide
işaretlendiği gibi durmuyor, dehlizler açıyor paralelde pürdikkat.
Kastrasyon bir çocukluk hastalığı; kestirip atar çizgi romanları,
çizgi oyunlarında çizgiye bastıkça üç boyutta, ölümlülerin bildiği.
İki boyutun serüvenidir ya kahramanlık, ölümü yaşamdan olur.
Çizgi biter ezgi başlar; roman biter şiir başlar. Metinlerarasılık
gözünü açar: çocuk oyunları birbirine açılır Homeros’tan beri.
İlk kahramanın Homeros olması boşuna değil, ilk oyunbozan
ve oyunu başlatan dolayım: im kazıyan sokak alışkanlıkları.
Gösterge üstyapıdır çocukta, altı çizilen ilk satır bin katır yüklü,
fizik ötesi evlat edinme fizibilite denemesi, yıkılıp gelen de var:
her geriye ket vuruş tarihe darp, her darp ise hatırlama harbi.
Çizgilere basmadan kaçış çizgisi kurulamıyor, Uygarca kaçış için
tüm yollar tüketildi, oyunların yetmediği de olur Camera Lucida’dan
Homo Ludens’e zıplayışlarda, oysa kalabalığı koşardım aşağlara yukarlara!
Çocukluk törenleri somut; sanki pasta içindir yakılı mumlar,
büyüdükçe içine kaçar tören, adı ritüel kalır: yorgunluk
ve dostlar içindir mitler, bağlam ve bağlanma için, büyüdükçe bağlanır
küçüldükçe koparız iç dengeden. Keyfiyet elinde değildir ellinde,
çocuğu tahtına oturtan kutsal oksijen. Seslerin ironisi inceliği,
nefesin inceliği ironisi, küçültme tarihin şifresiyse inceltme ruhun idesi.
Olup bitenler için çok erken olup bitmediklerini anlamaya,
zamanda-oluş ile tarihte-oluş arasında değerli bir haber adına,
süreç takibinden yılmayan ergen tarihi ele alır zamanı değil.
İp olmadan da atlanır altından üstünden ip koleksiyoncusu değilsen,
Ve ipi tutup da bırakmayan için ne kötü bir son: praksis.
Olmuş şeyleri aktaran son biteviye değildir, enformatif süregiden.
Haberi olmayıp da haber verendir çocuk: doğallıkta süregiden toplayıcı.
Cin Ayşe 16, ÇOCUK(LUK)
MONİCA PAPİ. Hacmi Olmayan Oda
MONİCA PAPİ
Hacmi Olmayan Oda
Hacmi olmayan odaya yürüdüm.
Hacimsizliğe doğru büyüdü içeriler
Bitişiğindeki oda büyüdü
ve beni büyütürlerken
oluyordu bunlar.
Odalarca oldu ve diğer şeylerin tümü de
olmuştu o yıllarda.
Alışkanlık kazansam şefkat sınırından çıkıyordum.
Gelip çarpıyor, çıkanlardan burnumu düşünüyor
Ağlaya ağlaya çıkarılıyordum
hacimsizlikten
Böyle sürerse,
Sevilemeyiz
Bunu çok fena anlıyordum
Sevmeyi öğretilmişlere
Hayat, kabında genişliyor
Gittim,
hacmi olmayan suyu çektim kabından.
Hacmi olmayan keyfe yürüdüm.
Uçamayan kuş cinsi, yastıkları siyahla havalandırıyordu
Bir bıçaksızlıkta kesilen ipince kanda
tüy yürüdü
Kesilmiyorum sebeplerimle ikiye ayrıldığımda ben,
tam ortadan
hacimsiz taraçada boynu kıvrıldı, kümessizliğinden gelerek
ortadaki büyük leğene doğru
aktığı kanda nefes verenler
Hacimsiz bahçeye yol yüründü.
Tüm meyveler toprakta ikiye bölündü.
İmreniyorsunuz birbirinizi öldürür gibi olurken
ben de size imreniyor gibi olacakken tam
kıpırdayan milyonlarca karıncayla
Kendime geliyorum.
Başlar omuzlara terk edildi, diyafram içe çekildi.
Seviye sabit: Saçlar, ağustos, köprü rüzgârlandı
Kafalar hep alnın üstüne çekildi.
Tam yolu bitirmek üzereydim
Yol bitti.
Cin Ayşe 16, ÇOCUK(LUK)
MİRAY ÇAKIROĞLU. Ölümcül yakınlıklar
Bir masaldan aklımda kalmış. Kahraman kendini ihtişamı dillere destan bir şatoda buluyor. Dillere destan şatonun korkutan görünüşlü bir sahibi var, belki bekçi sadece. Tekinsiz bir şey, canavar gibi, belki öyle görünmüyor ama her an dönüşebilir. Kahraman aşağı yukarı bir insan, yapabileceklerinin sınırlılığı ve mümkün geleceklere dair sürekli tasarımıyla insan boyutlarında yapılmış. Kahramanı kırk kapılı bir yere getiriyorlar. (Onlar: onlardan kaynayıp taşan bir şey var.) Bir sebepten bir süre burada kalacak. Yalnız bazı kapıları açıp, ardında ne var diye bakabilecek. (Süre burada silikleşiyor.) Yine ona açık edilmeyen bir sebepten bazı kapıları da asla açmaması gerek. (Burada süre yok, çok kesin bir an burası.) İsterse uzak durması gereken kapıları da açabilir ama açmamalı. Çocukluğun gözlerini diktiği pek çok kapısı var. Bir ara sadece: kapıların hepsinin seninle ilgili olmadığı inancı ve hayatın bütün kapıları tek tek açtırmadan bitmeyeceği bilgisi. Masaldan aklımda kalmış, ev sahibi de kahraman da değil; açılmaması gereken bir kapı açıldığında şato başka bir şeye dönüşüyor.
Anne, dünyaya ince bir tabaka halinde yayılan doku. Birbirinden ayrı dolaşan şeyleri birbirine yapıştıran özsıvı. Zamanların içinden, şeyleri, kendiliğinden bir arada duruyormuş gibi gösteriyor. Dünyayı üzerinde durulur bir yere çeviriyor. Parçalılık yalnızca bir an için göz önüne gelecek bile olsa hiçbir şeyin kopmadığı dingin bir dolaşım kendini tekrar ediyor. Anne çepeçevre kuşatmasa burayı, sakince akıyor gibi görünen ne varsa, kutupları birbirine ters tarafından dokunmuş gibi olduğu yerden fırlayıp dünyanın dört bir yanına savrulacak. Anne kapıları tanıtıyor.
Yaşamak tekrarlandıkça yerine oturan bir şey.
Bazı yakınlıklar ölümcül.
MELEK AVCI. edimsel
herkesin bir isminin olduğu
buna kayıtsız kalamadığımız
ne ismin varmış be
dediğimiz dönemleri
melek ne güzel isim
dediğinizi duyar gibiyim
çocuk gibi oluyorum
her ismimle seslenildiğinde
belki anlamı yok hatırlıyorum 23 nisan
belki anlamı çok ağlamıştım 23 nisan
ihtiyacımız olan buydu
insan neden hatırlasın ki
başka başka olduğunu
durduk yerde öyle mi değil mi
böyle düşünmediğimiz zamanlar
düşüneceğimiz zamanlar da
gelecekte bir gün gelecek
ihtiyaç anında bunu beynimize
her akla geldiğinde bunu yerleştirmeye
herkesin özeni kendine tabi
bitiriyorum
herkesin sevindiğini eller kalkmadan
görmek istiyorum
iyi arkadaşlarımız olsun
şiir kitaplarımız çıksın
ellerimizde çiçekler