San’a
I.
Ben senin yüzünde
sıra sıra ağaçlara baktım
uzayan gölgelere akşamüstleri
ve güneşin bir solukta çekilmesine
yüzeylerden ve kuytulardan
işte gidilirse böyle gidildiğine
Yüzünde, o uzun gölgeler arasında
kanlı canlı bir geyik, ılık gövdesiyle
şuradan, tam şuradan,
zihnimde eksilen parçalarıyla ağzının
sağ kenarından
başını kaldıracak
ve gözlerime bakacak diye bekledim
Gün batarken ağır ağır
ormana kasvetli bir sis dolarken
güneşin elleri çekildi çekilecek, eğreti, titrek
o geyik, başında bir hayat ağacıyla
baksın yüzüme
içime bir Hitit güneşi vursun
üzerime sıcak bir avuç kapansın istedim
Olacaktı bu, çok emindim
daha ışığın vurmadan döndüm yüzümü sana
bitkilerimi sana çevirdim
ağaçlarıma emrettim, hepsi birden döktü yapraklarını
sıcağın düşsün toprağıma
ağır ağır süzülsün
solucanlarım mest olsun istedim
Hışır hışır ufalanışını duydum yaprakların
geyiğin adımlarında ezilen mantarları
karnından dağılan o ekşi ve koyu buharı duydum
titreyen, seyiren kaslarını
ve kaç kere dokundu parmaklarım o diri boynuna
Şuradan, tam şuradan işte
gelecekti, çok yakındı
bir kış sabahıydı
ve yine aklımda Hitit motifleriyle
işte yine bir özlemle uyanmıştım
Bak, dedim
şurada bir geyik belirecek birazdan
boynuzlarından üzerimize
hayat ağacının gölgesi düşecek
Apar topar çektin sen
bütün hayvanlarını çektin
yüzünün kıyılarından
Ben göz ucuyla da olsa görebilmek için
kıyılarının ötesini
kapandım koltuk altına, karnına kıvrıldım
içine girdim ve seni içime aldım
Beni sar, her yerimi aynı anda sar
üzerime Hitit güneşi aksın diye göğünden
geyiğin gözlerinde titrek,
minik bir lekeyim sandım
ve her hışırtıya hoplayan kalbine uyandım geceleri
Sen başında hayat ağacıyla onu
ormana hapsetmenin acısını çek
ben bir Hitit güneşi doğurdum kendime
Bir kovuğun karnında
zonkluyor şimdi ellerim
II.
Sevgilim seni burada
bu uçsuz bucaksız, bembeyaz, natürmort düzlükte
çıkınsız ve çıplak
bırakmak zorundayım
Yazdığım bütün şiirler kötü bitti
ve karla kaplı araziler de hayra alamet değil
Birazdan, 'buraya kadarmış' diyeceğim sana
'Es ist vorbei.'
Bir kasırga geçecek içimizden, buz gibi dikenli bir tel
aynı anda aynı yerden kesecek kalbimizi
varoluşumuz son defa kesişecek
Gökte bir şahin daireler çiziyor
Git.
Sitemli, kırgın, gözlerime bakıyorsun
Bakma.
Arkanı dönüyorsun ve gidişin başlıyor işte
İçimdeki kurtlar
bütün kurtlar bir ağızdan uluyor
Kalbimiz titriyor aynı anda aynı yerden
Son kez kesişiyor iyeliğimiz
Dönüp dönüp bana bakıyorsun
Her baktığında
yeni kurtların uluduğu yeni uzaklar ekleniyor yeryüzüne
gidişini esneten, geren yeni yüzeyler
Ayaklarımı kara gömüyorum
gelemem seninle
Git, kurtlar uluyor üzerimize.
Şahin, uzun uzun o ulumaları
inceldikleri yerden yakalayıp
bir elektrik çember yayıyor göğe
Yaysın
Biz seninle zaten
köşelerinden açılıp da bir türlü
bir halka olamayan
iki üçgen değil miydik?
Bırak tamamlansın.
Git sevgilim, dizlerime kadar kara gömdüm kendimi, gelemem
Git ve gidişinin ucundan, ufuktan sarkan o üçgeni yakala.
Ben ormana bakan o kulübenin terasında
kahvaltı hazırlarken
o geyikle göz göze gelmiş, dalıp gitmişim
Ufukta yittiğinde işte, tam buradan yakala beni
arkamdan sarıl ve bir öpücük kondur boynuma
'Çay hazır' de
‘Nereye dalıp gittin öyle’ de
Geyik alsın bizi gözlerine, nemli, titrek
taşısın ormanın derinine
Ağlasın,
ağlasın ağaç kovuklarına
Göz göze gelmediğimize, hiç gelmediğimize ağlasın.
III.
Seni bir peygamber gibi aldım şehrime
Meskûnlarımı gösterdim ve uçsuz bucaksız çöllerimde
kumla örtünmüş akreplerle ağız ağıza uyuyan
mecnunlarımı.
Tanıt dedim kendini, anlat onlara, ben sana inandım
gramerine ve bir dolunay gecesi
ayı ortadan ikiye bölüşüne vuruldu kavmim
kavmimi dinine bağladım.
İnziva istedin çadırımı verdim sana
mağaralarımda uyuttum
gözümden sakındım seni
yüzünü resmetmelerini yasakladım
kokunu anlattım o tatlı mayhoş kokunu
şarap gibi dedim, ezilip tatlılaşmış şaraplık üzümleri
pembe üzümleri güneşe sermişsin gibi, ağır ağır tütüyor gibi
Şölenler verdim adına akşamları.
Kahvaltıda üç zeytin yediğini anlattım
çay içtiğini ve az uyuduğunu
dertlerinin üstesinden susarak geldiğini
köpek leşlerinde gördüğün beyaz dişleri anlattım
ve sırtına binince çocuklar
nasıl bozmadığını namazını.
Omuzlarına soyunduğumdan
ve kıbleni şaşırdığından kimseye bahsetmedim.
Bir peygamber gibi dolaştın çöllerimde
mecnunlarıma, bedevilerime yabani bakışlar attın
Kabul görmüş bir peygambersin diye
ağız ağıza uyurum sandın akreplerle
Olmadı
Mecnunlarım yalanladılar seni
Altında akreplerin uyuduğu bu topraklara
Olmazdı
Hak verdim.
Yine de bir peygamber gibi uğurladım seni şehrimden.
Bir gün doğumunda geldim kapına
Süslü bir atla geldim kapına
Al, dedim, yolun açık olsun
gittin
Kavmimin dilinde beş vakit ayetlerin
hepimiz her sabah üç zeytin yiyoruz
ve ben bugün yine
tabak kenarına dökülen kırıntıları
parmak ucumla toplayıp tek tek
öptüm.
IV.
Ben gelin oldum sana gelin
atlarımı alaylarımı süsledim geldim
şeker döktüm başımızdan testi kırdım eşikte
beni sana taşıyan atlar
toz kaldıra kaldıra dörtnala döndüler
türküler söyledim omuz silkmeyi öğrettim sana
halay çekmeyi ve aynı anda işveli bakmayı
kaskatı omuzlarına vuruldum, Avrupa'lı omuzlarına.
Ben gelin oldum sana, gelin geldim
yaslandım duvarına, al dedim, al, seninim
hiç political correct değildi halbuki
Sizin oralarda böyle mi dateleşiliyor demediğin için
bir kez daha vuruldum sana.
Yandım ellerine, sarsıldım, kanadım
Doğu'nun kendini Avrupa'ya teslimi adlı
bir role play değildi aşkımız
yine de biz Doğu'lular böyle veriyorduk kendimizi işte
yana yana ve şevkle
öle
dirile
ve böyle giriyordu içimize Avrupa'nın hırçın elleri
Oh ya! daha güçlü, daha derine!
Kavra madenlerimi, petrolümü bul
Çıkar onu dışarı!
Dur dedim, Allah, dur, nefes nefese
azıcık serinlik, gözlerinden alabilmek için
kavradım yüzünü yüzüme çektim
O pırıl pırıl mavisinde gözlerinin
bir yunus gibi
yok yok
Batı'nın Latince bir isim verip keşfettiği
bir balık gibi Somali sularında
Sevindim
Çığlık çığlığa sevindim
türüm filolojik bir hamleyle
keşfedilmiş gibi yeniden.
Ben sana gelin oldum damat oldum süslü atlar oldum
oluşları tükettim
Çığlık atamam artık gözlerinde.
Sessizlik.
Sen şimdi postmigrantisch sıfatını giyiyorsun
İçinde aşkla çırpındığım gözlerin
çayın demini ölçüyor, hiçbir şey olmamış gibi
Dilimi konuşuyorsun
Bundan sonra söylediğin
her Türkçe kelimede
direniş cephemde bir kişi daha
silahına sarılıyor
Neden giderayak böyle
antikolonyal bir ayaklanma belgeseli izler gibi
bir hisse kapılıyorum?
Ben sana davul zurnayla gelin geldim, gelmiştim
Zılgıtlarla boşuyorum seni
Hüviyetime postkolonyal mı
dul mu yazacaklar şimdi benim?
V.
Ben senin gidişinde kendimi
zaten bir gurbete doğduğumuzu
zaten hepimizin
gidişin hiçbir hükmünün olmadığı başka bir yerde
tek olduğunu
nefes alıp veren bir bulutun içinde
ışıklar ışıdığımızı düşünerek avutup
pırıltımın köşelerini pırıltının köşelerine
yapboz parçaları gibi tamamlıyorum.
Gel diyorum, bak
uzuvlu ve gidişli bu yeryüzüne getiriyorum bizi
bir ormana getiriyorum bizi mantar topluyoruz
eğilip şemsiyelerin altını bir bir
yokluyoruz.
Bir anda şen şakrak bir gök
Tanrı çıkmış gibi bütün kuytulardan
Öyle bir gök seriliyor üzerimize
Bak!, diyorum
Gözlerinden gözlerime akan bütün o yıldızlar
buraya saklanmış meğer.
Sonra göğü çekilmiş, kubbesiz bir gece
Suyu çekilmiş bir okyanus
gibi bir yokluk
Çok acıyoru
Hemen geri dönüyoru sonra
Işık oluyoru
VI.
Ben seni o beyaz düzlükte
Ayaklarım kara gömülü bıraktığımdan beri
Avuçlarına kapanıp uyuyorum
Sıçrayıp uyanıyorum uzaklaşan
Çıplak, çırılçıplak silüetine bakıyorum
İçim geçiyor yine, gözlerim kapanıyor
Sen ufkun kıyısından düştün düşeceksin
O üçgen gökten
Tam çakılacağım yere ben
Uyanıyorum
Ve yine dikenli teller
Ve ulumalar
Ve elektrik çember
Güneşle ayın bir araya geldiği ve
tüm canlıların kaçacak yer aradığı
Kıyamet günü gibi bir şey
yüzünden, ellerinden gidemeyişim
ve attığın her adımın titremesi
ayak bileklerimde
VII.
Gergedan sevişmesi seviştik biz seninle
Sazlığın kenarında, serin bir gecede
burunlarımız ilk kez birbirine değdi
Dolunaydı, şefkatli bir babaanne
kurşun döktü gecemize
Metalik bir hayal patladı göbeğinde sazlığın
ve okunmuş sular saçıldı göğe
Bak, kurşun kazlar geçiyor üzerimizden!
Tükenmez, silinmez bir göktü
Mest oldum, uyudum, uyandım yüzünde
Ve bir sabah gittin sen, aniden
Yanımda ayak izlerin
ve burnumda bir sızı
Yüzünün yüzüme değmesinin bir ezgisi varmış meğer
terennüm ediyor işte, gün devriliyor
Ay ışığı kızgın, kurşun bir pınar
dökülüyor sazlığa
Ben ayak izlerine bakıyorum senin
Gidişinle açılan çukurlara krater muamelesi yapıyorum
Yok diyorum, şehvetli bir çarpışmadan oldu bunlar
Bir kahkaha patlatıyor sazlık, kurşun taneleri saçılıyor göğe
Eve dönüyorum bir kaz sürüsü dönüyorum
Karnımda kurşun sıyrıkları
Aklımda içinden geçtiğim o gergedanlı gece
VIII.
Diyorum ki
Kendimle hizalandım ben
Kendimle kesiştim
İki yeşil papağan
büyük bir hızla
birbirinin içinden geçti
Parlak çizgi parlak yeşil
ışıklar döküldü içime
Kırgınım dediğimde
maddenin dağılışını
ve etin yırtılışını filan düşün sen
Kendime hizalandım diyorum
Yeşil kristaller ışıyor içimde
CİN AYŞE FANZİN, SAYI 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder