22 Aralık 2021

SİNEM VARDAR. Soğuk Sayım


 

San’a

 

I.

 

Ben senin yüzünde 

sıra sıra ağaçlara baktım

uzayan gölgelere akşamüstleri

ve güneşin bir solukta çekilmesine 

yüzeylerden ve kuytulardan

işte gidilirse böyle gidildiğine

 

Yüzünde, o uzun gölgeler arasında

kanlı canlı bir geyik, ılık gövdesiyle

şuradan, tam şuradan,

zihnimde eksilen parçalarıyla ağzının

sağ kenarından

başını kaldıracak 

ve gözlerime bakacak diye bekledim

 

Gün batarken ağır ağır

ormana kasvetli bir sis dolarken 

güneşin elleri çekildi çekilecek, eğreti, titrek

o geyik, başında bir hayat ağacıyla

baksın yüzüme

içime bir Hitit güneşi vursun 

üzerime sıcak bir avuç kapansın istedim

 

Olacaktı bu, çok emindim

daha ışığın vurmadan döndüm yüzümü sana

bitkilerimi sana çevirdim

ağaçlarıma emrettim, hepsi birden döktü yapraklarını

sıcağın düşsün toprağıma

ağır ağır süzülsün

solucanlarım mest olsun istedim

 

Hışır hışır ufalanışını duydum yaprakların

geyiğin adımlarında ezilen mantarları

karnından dağılan o ekşi ve koyu buharı duydum

titreyen, seyiren kaslarını

ve kaç kere dokundu parmaklarım o diri boynuna

 

Şuradan, tam şuradan işte

gelecekti, çok yakındı

bir kış sabahıydı 

ve yine aklımda Hitit motifleriyle

işte yine bir özlemle uyanmıştım

Bak, dedim

şurada bir geyik belirecek birazdan

boynuzlarından üzerimize 

hayat ağacının gölgesi düşecek

 

Apar topar çektin sen

bütün hayvanlarını çektin

yüzünün kıyılarından

 

Ben göz ucuyla da olsa görebilmek için 

kıyılarının ötesini

kapandım koltuk altına, karnına kıvrıldım

içine girdim ve seni içime aldım

Beni sar, her yerimi aynı anda sar

üzerime Hitit güneşi aksın diye göğünden

geyiğin gözlerinde titrek,

minik bir lekeyim sandım

ve her hışırtıya hoplayan kalbine uyandım geceleri

 

Sen başında hayat ağacıyla onu

ormana hapsetmenin acısını çek

ben bir Hitit güneşi doğurdum kendime 

Bir kovuğun karnında 

zonkluyor şimdi ellerim 

 

 

II.

 

Sevgilim seni burada

bu uçsuz bucaksız, bembeyaz, natürmort düzlükte

çıkınsız ve çıplak

bırakmak zorundayım

Yazdığım bütün şiirler kötü bitti

ve karla kaplı araziler de hayra alamet değil

 

Birazdan, 'buraya kadarmış' diyeceğim sana

'Es ist vorbei.'

Bir kasırga geçecek içimizden, buz gibi dikenli bir tel

aynı anda aynı yerden kesecek kalbimizi

varoluşumuz son defa kesişecek

 

Gökte bir şahin daireler çiziyor

Git.

 

Sitemli, kırgın, gözlerime bakıyorsun

Bakma.

Arkanı dönüyorsun ve gidişin başlıyor işte

İçimdeki kurtlar

bütün kurtlar bir ağızdan uluyor

Kalbimiz titriyor aynı anda aynı yerden

Son kez kesişiyor iyeliğimiz

 

 

Dönüp dönüp bana bakıyorsun

Her baktığında

yeni kurtların uluduğu yeni uzaklar ekleniyor yeryüzüne

gidişini esneten, geren yeni yüzeyler

Ayaklarımı kara gömüyorum

gelemem seninle

Git, kurtlar uluyor üzerimize.

 

Şahin, uzun uzun o ulumaları

inceldikleri yerden yakalayıp

bir elektrik çember yayıyor göğe

Yaysın

Biz seninle zaten

köşelerinden açılıp da bir türlü

bir halka olamayan

iki üçgen değil miydik?

Bırak tamamlansın.

 

Git sevgilim, dizlerime kadar kara gömdüm kendimi, gelemem

Git ve gidişinin ucundan, ufuktan sarkan o üçgeni yakala.

 

Ben ormana bakan o kulübenin terasında

kahvaltı hazırlarken

o geyikle göz göze gelmiş, dalıp gitmişim

Ufukta yittiğinde işte, tam buradan yakala beni

arkamdan sarıl ve bir öpücük kondur boynuma

'Çay hazır' de

‘Nereye dalıp gittin öyle’ de

Geyik alsın bizi gözlerine, nemli, titrek

taşısın ormanın derinine

 

Ağlasın,

ağlasın ağaç kovuklarına

Göz göze gelmediğimize, hiç gelmediğimize ağlasın.

 

 

 

III.

 

Seni bir peygamber gibi aldım şehrime

Meskûnlarımı gösterdim ve uçsuz bucaksız çöllerimde

kumla örtünmüş akreplerle ağız ağıza uyuyan

mecnunlarımı.

 

Tanıt dedim kendini, anlat onlara, ben sana inandım

gramerine ve bir dolunay gecesi

ayı ortadan ikiye bölüşüne vuruldu kavmim

kavmimi dinine bağladım.

 

İnziva istedin çadırımı verdim sana

mağaralarımda uyuttum

gözümden sakındım seni

yüzünü resmetmelerini yasakladım

kokunu anlattım o tatlı mayhoş kokunu

şarap gibi dedim, ezilip tatlılaşmış şaraplık üzümleri

pembe üzümleri güneşe sermişsin gibi, ağır ağır tütüyor gibi

Şölenler verdim adına akşamları.

 

Kahvaltıda üç zeytin yediğini anlattım

çay içtiğini ve az uyuduğunu

dertlerinin üstesinden susarak geldiğini

köpek leşlerinde gördüğün beyaz dişleri anlattım

ve sırtına binince çocuklar

nasıl bozmadığını namazını.

 

Omuzlarına soyunduğumdan 

ve kıbleni şaşırdığından kimseye bahsetmedim.

 

Bir peygamber gibi dolaştın çöllerimde

mecnunlarıma, bedevilerime yabani bakışlar attın

Kabul görmüş bir peygambersin diye

ağız ağıza uyurum sandın akreplerle

Olmadı

Mecnunlarım yalanladılar seni

Altında akreplerin uyuduğu bu topraklara

Olmazdı

Hak verdim.

 

Yine de bir peygamber gibi uğurladım seni şehrimden.

 

Bir gün doğumunda geldim kapına

Süslü bir atla geldim kapına

Al, dedim, yolun açık olsun

gittin

Kavmimin dilinde beş vakit ayetlerin

hepimiz her sabah üç zeytin yiyoruz

ve ben bugün yine

tabak kenarına dökülen kırıntıları 

parmak ucumla toplayıp tek tek

öptüm.

 

 

 

IV.

 

Ben gelin oldum sana gelin 

atlarımı alaylarımı süsledim geldim

şeker döktüm başımızdan testi kırdım eşikte

beni sana taşıyan atlar

toz kaldıra kaldıra dörtnala döndüler 

türküler söyledim omuz silkmeyi öğrettim sana

halay çekmeyi ve aynı anda işveli bakmayı

kaskatı omuzlarına vuruldum, Avrupa'lı omuzlarına.

 

Ben gelin oldum sana, gelin geldim

yaslandım duvarına, al dedim, al, seninim

hiç political correct değildi halbuki

Sizin oralarda böyle mi dateleşiliyor demediğin için

bir kez daha vuruldum sana.

 

Yandım ellerine, sarsıldım, kanadım

Doğu'nun kendini Avrupa'ya teslimi adlı

bir role play değildi aşkımız

yine de biz Doğu'lular böyle veriyorduk kendimizi işte

yana yana ve şevkle

öle

dirile

ve böyle giriyordu içimize Avrupa'nın hırçın elleri

Oh ya! daha güçlü, daha derine! 

Kavra madenlerimi, petrolümü bul

Çıkar onu dışarı!

 

Dur dedim,  Allah, dur, nefes nefese

azıcık serinlik, gözlerinden alabilmek için

kavradım yüzünü yüzüme çektim

O pırıl pırıl mavisinde gözlerinin 

bir yunus gibi

yok yok

Batı'nın Latince bir isim verip keşfettiği

bir balık gibi Somali sularında

Sevindim

Çığlık çığlığa sevindim

türüm filolojik bir hamleyle 

keşfedilmiş gibi yeniden.

 

Ben sana gelin oldum damat oldum süslü atlar oldum

oluşları tükettim

Çığlık atamam artık gözlerinde.

 

Sessizlik.

 

Sen şimdi postmigrantisch sıfatını giyiyorsun

İçinde aşkla çırpındığım gözlerin

çayın demini ölçüyor, hiçbir şey olmamış gibi

Dilimi konuşuyorsun

Bundan sonra söylediğin

her Türkçe kelimede

direniş cephemde bir kişi daha

silahına sarılıyor

Neden giderayak böyle

antikolonyal bir ayaklanma belgeseli izler gibi

bir hisse kapılıyorum?

 

Ben sana davul zurnayla gelin geldim, gelmiştim

Zılgıtlarla boşuyorum seni

 

Hüviyetime postkolonyal mı

dul mu yazacaklar şimdi benim?

 

 

 

V.

 

Ben senin gidişinde kendimi

zaten bir gurbete doğduğumuzu

zaten hepimizin

gidişin hiçbir hükmünün olmadığı başka bir yerde

tek olduğunu

nefes alıp veren bir bulutun içinde

ışıklar ışıdığımızı düşünerek avutup

pırıltımın köşelerini pırıltının köşelerine 

yapboz parçaları gibi tamamlıyorum.

 

Gel diyorum, bak

uzuvlu ve gidişli bu yeryüzüne getiriyorum bizi

bir ormana getiriyorum bizi mantar topluyoruz

eğilip şemsiyelerin altını bir bir 

yokluyoruz.

 

Bir anda şen şakrak bir gök

Tanrı çıkmış gibi bütün kuytulardan

Öyle bir gök seriliyor üzerimize

Bak!, diyorum

Gözlerinden gözlerime akan bütün o yıldızlar

buraya saklanmış meğer.

 

Sonra göğü çekilmiş, kubbesiz bir gece

Suyu çekilmiş bir okyanus

gibi bir yokluk 

Çok acıyoru

Hemen geri dönüyoru sonra

Işık oluyoru

 

 

 

VI.

 

Ben seni o beyaz düzlükte

Ayaklarım kara gömülü bıraktığımdan beri

Avuçlarına kapanıp uyuyorum

Sıçrayıp uyanıyorum uzaklaşan 

Çıplak, çırılçıplak silüetine bakıyorum

İçim geçiyor yine, gözlerim kapanıyor

 

Sen ufkun kıyısından düştün düşeceksin

O üçgen gökten

Tam çakılacağım yere ben

Uyanıyorum

Ve yine dikenli teller 

Ve ulumalar

Ve elektrik çember

 

Güneşle ayın bir araya geldiği ve

tüm canlıların kaçacak yer aradığı

Kıyamet günü gibi bir şey

yüzünden, ellerinden gidemeyişim

ve attığın her adımın titremesi 

ayak bileklerimde

 

 

 

VII.

 

Gergedan sevişmesi seviştik biz seninle

Sazlığın kenarında, serin bir gecede 

burunlarımız ilk kez birbirine değdi

 

Dolunaydı, şefkatli bir babaanne

kurşun döktü gecemize

Metalik bir hayal patladı göbeğinde sazlığın 

ve okunmuş sular saçıldı göğe

Bak, kurşun kazlar geçiyor üzerimizden!

 

Tükenmez, silinmez bir göktü

Mest oldum, uyudum, uyandım yüzünde

Ve bir sabah gittin sen, aniden

Yanımda ayak izlerin

ve burnumda bir sızı

Yüzünün yüzüme değmesinin bir ezgisi varmış meğer

terennüm ediyor işte, gün devriliyor 

 

Ay ışığı kızgın, kurşun bir pınar

dökülüyor sazlığa

Ben ayak izlerine bakıyorum senin

Gidişinle açılan çukurlara krater muamelesi yapıyorum

Yok diyorum, şehvetli bir çarpışmadan oldu bunlar

Bir kahkaha patlatıyor sazlık, kurşun taneleri saçılıyor göğe

 

Eve dönüyorum bir kaz sürüsü dönüyorum

Karnımda kurşun sıyrıkları

Aklımda içinden geçtiğim o gergedanlı gece

 

 

 

 

VIII.

 

Diyorum ki

Kendimle hizalandım ben

Kendimle kesiştim

 

İki yeşil papağan 

büyük bir hızla 

birbirinin içinden geçti

Parlak çizgi parlak yeşil

ışıklar döküldü içime

 

Kırgınım dediğimde

maddenin dağılışını

ve etin yırtılışını filan düşün sen

 

Kendime hizalandım diyorum 

Yeşil kristaller ışıyor içimde

  

 

 CİN AYŞE FANZİN, SAYI 16

 

 

 

 

Hiç yorum yok: