Bir masaldan aklımda kalmış. Kahraman kendini ihtişamı dillere destan bir şatoda buluyor. Dillere destan şatonun korkutan görünüşlü bir sahibi var, belki bekçi sadece. Tekinsiz bir şey, canavar gibi, belki öyle görünmüyor ama her an dönüşebilir. Kahraman aşağı yukarı bir insan, yapabileceklerinin sınırlılığı ve mümkün geleceklere dair sürekli tasarımıyla insan boyutlarında yapılmış. Kahramanı kırk kapılı bir yere getiriyorlar. (Onlar: onlardan kaynayıp taşan bir şey var.) Bir sebepten bir süre burada kalacak. Yalnız bazı kapıları açıp, ardında ne var diye bakabilecek. (Süre burada silikleşiyor.) Yine ona açık edilmeyen bir sebepten bazı kapıları da asla açmaması gerek. (Burada süre yok, çok kesin bir an burası.) İsterse uzak durması gereken kapıları da açabilir ama açmamalı. Çocukluğun gözlerini diktiği pek çok kapısı var. Bir ara sadece: kapıların hepsinin seninle ilgili olmadığı inancı ve hayatın bütün kapıları tek tek açtırmadan bitmeyeceği bilgisi. Masaldan aklımda kalmış, ev sahibi de kahraman da değil; açılmaması gereken bir kapı açıldığında şato başka bir şeye dönüşüyor.
Anne, dünyaya ince bir tabaka halinde yayılan doku. Birbirinden ayrı dolaşan şeyleri birbirine yapıştıran özsıvı. Zamanların içinden, şeyleri, kendiliğinden bir arada duruyormuş gibi gösteriyor. Dünyayı üzerinde durulur bir yere çeviriyor. Parçalılık yalnızca bir an için göz önüne gelecek bile olsa hiçbir şeyin kopmadığı dingin bir dolaşım kendini tekrar ediyor. Anne çepeçevre kuşatmasa burayı, sakince akıyor gibi görünen ne varsa, kutupları birbirine ters tarafından dokunmuş gibi olduğu yerden fırlayıp dünyanın dört bir yanına savrulacak. Anne kapıları tanıtıyor.
Yaşamak tekrarlandıkça yerine oturan bir şey.
Bazı yakınlıklar ölümcül.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder