Yaşadığımız gezegenin gündemi anbean değişirken, bu değişimden etkilenme biçimimiz kimliklerimiz üzerinden şekilleniyor. Dağınık olaylar, yeni fikirler, sosyal hareketlilik ve bunları karşılama biçimi ve gücü karşısında dayanışma, kitlesel bir özgürlük eylemi olarak vücut buluyor.
Feminizm ve kuir kavramlarından şiir ve dil üzerine gerçekleştireceğimiz bu anlamlı sohbette bugün burada bulunan bütün şairlerle beraber yakın gözlüklerimizle şiirlerimizi ve çalışmalarımızı ele alacağımız bir kolektif alan imkânı sağladığı için Latife Tekin ve Gümüşlük Akademisi’ne, davetleri için Asuman Susam ve Deniz Durukan’a çok teşekkür ederim.
Konuşmamın zeminini feminizm ve kuir’in ortak kümesinden yola çıkarak oluşturmak istedim. Böylece günümüz şiirinde “beden”, “kimlik” ve “kendilik” kavramlarının birbiriyle nasıl ilişkilendiğini kendi bakışımla açıklayabileceğim. ‘Beden’in şiirde var oluşu şairin kendini ortaya koyma cesaretiyle düşünülebilir. Ancak bu cesaret ‘kendilik’le tamamlandığında ben’i özneye dönüştürür. Bu konuda Asuman Susam’ın sözlerine kulak verelim. “Plasenta” kitabı üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşide şu ifadeyi kullanmıştı: “Şiir bir bellek mekânı benim için. Beden de öyle. O ses, o ifade bedenden doğrulup yerini açıyor kendine şiirde.” Beden ve kimlik politikalarını cinsiyetin dışında ve ötesinde öznellikle ilişkilendirdiğimizde şiir çok daha gerçek ve yaşamsaldır. Bedenin tarihselliği içinde gelişimin ve değişimin kendiliğinden, özne ve benliğinin tamamlanmasıyla gerçekleştiğini düşünüyorum. Buradan Plasenta kavramına geri dönecek olursak bu konuda Anita Sezgener’in “nabız kayıt” kitabındaki şu dizelerine bakalım: “Simbiyotik yatak. Yürüyen yer. Bir Hayır içimi kolay. Savunabileceksin kendini. Akciğerinle. Erguvanlarla. Solungaçlı bir evde.” Kadın bedeni, yeni oluşan bu geçici organı tanımlamazdan önceki reddini ve savunma mekanizmasını, bedenin diliyle anlatıyor Sezgener. Özne-beden kendi arzu ve tepkisini dillendiriyorken Sezgener, burada yalnızca bedenin diline yer açıyor. Aktarıcı-anlatıcı olarak bulunuyor şiirde. Sezgener’in beden-dil üzerinden gerçekleştirdiği bu konuşma ve bedene aldığı mesafe oldukça çarpıcı. İçinde olanı dışardan izlemek ve içerde olanın dilini özneleştirmek ötekine olan bağın gücünü de gösteriyor. Plasenta, doğurganlık ya da annelik kavramları etrafında gezindiğimizde kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkını kısıtlayan patriyarkal yapı, politik, geleneksel ve toplumsal roller son derece düşündürücü ve büyük bir hak gaspı aynı zamanda!
Kürtaj ya da doğurmama hakkı gibi konuların yeterince ele alınmadığı bir ortamda annelik, kadın şairin şiiriyle sık sık birleştiriliyor. Buradaki mesele, kadının şair olarak yeterince güçlü olmasına rağmen anne vurgusuyla başka bir misyon yüklenmesi durumu. Aynı yaklaşım şair özne olarak erkeğin edebiyat kamusundaki yerini aynı doğrultuda etkilemiyor. Burada toplumun cinsiyetlere karşı ayrımcı tavrının olumsuz sonucunu yine kadın yaşıyor. Kurulmuş bir alarm gibi, sosyal hayatın bütün katmanlarında sistematik olarak kadına aile kurumundaki yeri hatırlatılıyor. “Öte yandan Anatomi Önemlidir Çünkü” adlı ortak şiirlerinde Selcan Peksan “organları bir kenara, hormonları ve kelebekleri üst üste/işlerliğimi temin için yeni bir beden istemiştim” dizeleriyle bedene ilişkin yedekleme, sınıflama, klonlama ve göç gibi kavramları gündeme getirirken “anatomime sarıldım, kendi biricik evime” dizeleriyle Aslı Serin bedeni bir yurt, alıştığı, bildiği, ait olduğu bir evren olarak sezdirmekte. ‘Beden’i bambaşka ele alışlar ve imkânlar üzerinden okuduğumuz örnekleri çoğaltmak mümkün.
Özellikle 2000 sonrası şiir ortamında kadın özneyi tanıma ve kabul biçimi “kadın duyarlılığı”, “kadın bakışı” gibi isimlendirmelerle sabitlenmiştir. Bu kategorileştirme ya da etiketlemeye karşı, kadının kendini aktarışı, algılayışı ve kurduğu şiir dili günden güne özgürleşti. Şiirde kadın temsilinin toplumsal cinsiyet, emek-sömürü, aile, cinsel özgürleşme gibi pek çok konuda işlendiği kolektif hafızamızda bu şiirlerin irdelenmesi, çözümlenmesi, konuşulması da oldukça yeni. Geçmişten bugüne konuyu kadın tarihselliğiyle ele alan Betül Dünder’in ‘Konuşmalar’ kitabında Dünder, “şairler arasında kadın olmak” alt başlığıyla şairlerin bizzat kendi şiir deneyimleri, şiir kimlikleri üzerinden kapsamlı çok sesli, çok boyutlu bir kolektif kitap ortaya çıkarmış oldu. Farklı bir çalışma da Deniz Durukan’dan gelmişti. Durukan’ın derlediği kolektif çalışmada erkek şairlerin şiirlerindeki kadın imgeleri irdelenmiş ve kadının erkek-özne dünyasından nasıl algılandığı ortaya konulmuştu. Bağımsız bir başka çalışma da Şakir Özüdoğru’nun Kaos GL dergisinde yayınlanan “queer şair portreleri derlemesi” ve “yakın dönem Amerika edebiyatında lezbiyen şiir seçkisi” olmuştu. Bu çalışmaların önemi ilerleyen dönemlerde daha iyi anlaşılacak diye düşünüyorum.
Beden; somut olarak ben’i anlatma, konuşma ve ortaya koyma ihtiyacına yönelik olarak şair öznenin diliyle paralellik kurarken aynı zamanda kendi öz’ü ve yaşam bilgisini metne uyarlayabilir. Bu nedenle bedene ve bedensel kimliğe dayatılan yasa ve yasaklar ne toplumsal arenada ne de edebiyat kamusunda bireyselliğin temsil edilişini engelleyemez. Rosi Braidotti “İradeyle arzunun arayüzü olarak özne görüşü, öznelliğin temellerini yeniden düşünmenin ilk adımıdır. Özne-oluş sürecinin tamamını idame ettiren şeyin bilme iradesi, söyleme arzusu, konuşma, düşünme ve temsil etme arzusu olduğu anlamına gelir bu.” derken toplumsal normlarla şekillendirilmeye çalışılan kimliğin, kendi bilinci, arzusu ve itirazıyla asıl kimliğine kavuşacağını hatırlatır. Günlük yaşam pratiklerinden de biliyoruz ki böyle durumlarda birey, kendi aksini canlandırmaya, rol yapmaya itilir. Fakat arzunun dili, bedeni daha tutarlı ve gerçek kılar. Bu bağlamda Oğulcan Kütük’ün Oğlan Çıkmazı kitabını queer perspektif açısından incelemek yerinde olacaktır. “Hayır, ittirerek taşınmıyor coğrafya kabullendim/en başından razıydım, bindiğim dal önce beni çatlatsın/bunca zaman toprağı yok saymadım, suya inat etmedim/kanım gövdemin değildi, aklımın değil” dizelerinde bedenin, topluma ait bir mülk gibi algılanmasını gösterir önce Kütük. “İçeri oğlan-dışarı oğlan/içimden dışıma yürüyen bir oğlan/unutur muyum, gözlerinden ağır bir törenle geçtim” dizelerinde ise Butler’in “Bedenin sınırı gibi iç ve dış arasındaki ayrımı da kurmanın yolu, aslen kimliğin parçası olan bir şeyin dışarı çıkarılıp yeni bir değerlendirmeye tabi tutularak pisletici bir ötekiliğe itilmesidir.” cümlelerini destekler niteliktedir. Kütük, bedenin kendi olma cesaretinin gelişimini; “çürüğüyüm artık içinde durduğum kaburganın”, “kasığımda kanser, çenemde küfür, önümde yol/ bembeyaz şeritleri yuttukça yuttu karnım/yine de geldim. Bilmiyorum başka/nasıl yatışırdı göğsün” dizeleriyle ortaya koyarken, Butler’in “Öznenin “iç” ve “dış” dünyalarını bölerek kuran şey toplumsal düzen ve denetim amacıyla muhafaza edilen incecik bir sınırdır” ifadesini tekrar düşündürür. Oğlan Çıkmazı ile bedenin var olma, kendi olma süreçlerini yansıtmaktadır Kütük. Okur, gizli özneden gerçek özneye adım adım bir varlık mücadelesine tanıklık eder. Bu noktada Eren Tünay’ın “Tek kelime” adlı şiirini de hatırlatmak yerinde olacaktır. Çünkü Tünay, tüm bu süreçleri bir bütünlük ve kendi olağan akışı içinde “Tek kelime” şiirinde gösterir.
“Çocukken annemi makyaj masasında izlerdim/çok abartmazdı/o evde yokken göz kapaklarıma pembe far sürerdim/dudaklarımı pastel renklerle boyardım/ topuklularını giyer evin içinde dolaşırdım/bir gün yakalandım/bağırmasını ve tokatlamasını bekledim/yapmadı/sanki her zaman birlikte boyanırmışız gibi yanıma oturdu/taşırdığım yerleri düzeltti/aynı makyajı kendine de yaptı/elbise seçtik/topuklularımızı giydik ve evde yürüdük/bana düzgün adımlamayı öğretti/KENDİN OL diye bağırdı/KENDİN OL KENDİN OL/gülüştük ve silindim/KENDİMİ/hiç inkâr etmedim.”
Bedenin sınırlarını kaldırdığımızda ortaya çıkan çıplaklık, yalnız beden üzerinden değil dil üzerinden de kendini ortaya koyar. Eril dilin mevcudiyetini korumaya çalıştığı ve tahakküm ürettiği edebiyat alanında da cinsiyet rolleri ve cinsel kimlikler yeniden üretiliyor. Çünkü dil; değişen, tutarsız ve oyunbaz roller üstlenerek evreni yeniden şekillendiriyor. Günümüzdeki şiir örneklerinden sonra Dağlarca’nın toplu eserlerinde yer alan Dişiboy (1985) şiirini bugüne taşımak isterim. 1985’te basılan Dişiboy’da Dağlarca’nın, “Yürüyerek sana gelebilirim/İşte köprüsü parlar/Yağmurdan sonra ebemkuşağınının/Antiller’de”,“Kamaştırır içimi tadın karmaşık/ Kuşlardan ırmaklardan/Bütün yaşamalardan yaşamamalardan ayrı/ Başka bir tür gibilerde”, “Güneşlerin yıldızların soyunduğu/Var olurken soyunduğu/Durur gibi görünse de soyunduğu/ Yeryüzünün soyunduğu/Gündüz, gece bakışlarıyla soyunduğu/ Kışı yazı giyinerek soyunduğu/ Bitkilerin soyunduğu/Hayvanların soyunduğu/ Senden başkası değil Dişiboy” dizeleriyle queer bakışını görüyoruz. Gökkuşağı, köprü gibi göndermelerinin yanında ‘başka’ ifadesi de son derece dikkat çekici.
Sosyal hayattan edebiyata çevrildiğimiz dil şiddeti; kendiliğin üzerini örtmeye, saklamaya çalışırken emek ve beden sömürüsüyle palazlanıyor. Baskın türün tek yönlü kavrayışı kendine bir hâkimiyet sahası ya da istisnası (istila da diyebiliriz) sağlarken kendinden olmayan özneleri sınırlandırmaya, zayıflatmaya çalışıyor. Bedene ‘müdahale’ye karşı geliştirilen mücadele, basit bir etki-tepki mantığıyla açıklanamayacak kadar ciddi bir konu. Bugüne kadar uzun, sancılı, yorucu yollardan geçildi. Fakat mücadele bitmedi. Geriye dönüp bakıldığında; bugüne kadar başka öznelerin sesini ve varoluşunu, dil ve yaşantıların içindeki hayatın başka alanlarını ve başka olanlarını kavrayan ve kapsayan metinlerin çoğaldığını görebiliyoruz. Hem yaşam hakkının ve hem de yaşam ortaklığının farkına varmak demek bu aynı zamanda. Bununla birlikte sosyal, duygusal ve toplumsal ilişkileri yeniden ele alma, anlama ve edebiyat yoluyla toplumsal cinsiyet kodlarını güncellemek büyük bir iddia. Ve bana göre yaratıcı bir insan hakkı protestosu!
Toplumsal ve kültürel kodların dışında kalan öznenin varlık göstermesi, kendiliğin sınırlarının değişmesi ile mümkün. Bell Hooks’un da dediği gibi “Kimsenin kimseye hükmetmediği bir dünyada yaşadığımızı düşünün. Kadınlarla erkeklerin birbirine benzemediği ve hatta daima eşit de olmadığı; ama ilişkilerimizi şekillendiren yaşam felsefesinin karşılıklılık esası üzerine inşa edildiği bir dünyada yaşadığımızı düşünün.”
Son olarak çevirisini Şakir Özüdoğru ve A. Emre Cengiz’in yaptığı
queer şair Maureen Seaton’un Kaos GL dergisinde yer alan Hayatımın Kararı(nı Verdim)*adlı enfes şiirini okumak ve şiirin son dizesindeki soruya dikkat çekmek isterim.
“Benim için queerleştirme arzusu daha büyük olanla ve akışkanlıkla ve dağınıklıkla ilgili, dağınıklığı sevenlerimiz bunu güzel bulsa da. Şimdi de arzuyla (ve bu aynı zamanda libido anlamına geliyor) bugüne kadar neden mücadele ettiysem aynı nedenle mücadele ediyorum – onu içine koymayı düşündüğüm çekmeceye sığmıyor. Bir su damlası gibi ben onu dürttükçe o da pörtlüyor. Enseme şaplak atıyor. Beni kırbaçlıyor.
Şiirlerim temiz ulantılı varlıklardan, ki aslında oldukça tanınabilir şiirlerdi bunlar, kimsenin hatta benim bile tamamını kavrayamayacağım büyük dağınık kolajlara dönüşmeye başladı. Bazen bir nesre –bir hatırat ya da bir hikâye- açılıyorlar ve ardından tekrar tanıyorum onları. Ah, diyorum. Vay canına! Normalim. Uygunlar. Ama şu şeyin arasında –şu eşik ötesi, sınırsız, isimsiz şey, şu esnek, dağınık, öngörülemez şey- nasıl isimlendireceğimi bilmiyorum bunu ve şiirin şemsiyesinin onu kabullenmeye devam edeceğini umut ediyorum çünkü şiir insanın bağları, kuralları ve bulguları darmadağın ettiği yerdir, şu şey, inanıyorum ki sadece queer olarak isimlendirebilir.
Eğlenceli çünkü, bir dönüşüm gibi, aldatıcı olanın bir haz olduğu düzcinsel tarafındansa libidonun queer tarafı ile mücadele etmekten çok mutluyum. Tam olarak ne olmam gerektiğini ve kimi arzuladığımı ve bu çeşit çeşit olasılıklar arasından aslında kiminle soyunacağımı ortaya çıkarmaya çalışmak gibi. Ve bir şiirin hiçbir türe ait olmamasına değin dökülüp saçılmasına izin verecek miyim? Bir ailesi ya da memleketi olmayan çok gözlü bir şey?
İlk akıl hocam bana şöyle demişti: “Şiir damıtmaktır, Maureen,” ve bu benim için bir kadınla dillerimizi birbirimizin ağızlarına sokarak öpüşene değin işe yaradı. Sonrasında şiir çamurun arasından dörtnala koşma ve çamura bulanma ve tepelerden aşağıya yuvarlanma ve kendi jetimle uçmak demekti. Kesinlikle başkası adına değil sadece kendim adına konuşuyorum ve artık hiçbir cevabım yok sadece sorularım var: Queer yazanlar sadece queerler mi?”
Kaynaklar:
Susam A. – Dulun P. S., (2019). Söyleşi, Kitap-lık Dergisi 204. Sayı.
Sezgener, A.(2020). Nabız Kayıt, nod yayınları, Plasenta s.17.
Braidotti, R.(2017). Göçebe Özneler, Kolektif Kitap, s.174.
Peksan A.- Serin A., anatomi önemlidir çünkü, moero fanzin, sayı:3(Ev), http://www.moero.org/anatomi-onemlidir-cunku/.
Kütük, O,(2020). Oğlan Çıkmazı, ithaki yayınları, (s.33-37-41-45).
Butler, J.,(1999). Cinsiyet Belası, metis yayınları ,(s.220-221).
Tünay E., (2020). Tek Kelimeyle,160incikilometre.com, http://www.160incikilometre.com/urun/kendin-ol-kendin-ol-eren-tunaydan-bir-siir/.
Dağlarca, F.H.(2010). Bütün Şiirler 2, YKY, (s.1203-1204-1224).
Hooks, B., (2019). Femizim Herkes İçindir Tutkulu Politika, bgst yayınları, (s.11).
Özüdoğru, Ş. (2017). Şiir gününe özel poetiQa: queer şair portreleri, https://kaosgl.org/haber/siir-gunursquone-ozel-poetiqa-queer-sair-portreleri.
· “Beden, Kimlik ve Kendilik” adlı bu yazıyı, 26 Temmuz 2020’de Gümüşlük Akademisi Bahçe Buluşmasında “Feminist ve Kuir Edebiyat içinden Şiir ve Dili “Yeniden” Düşünmek” oturumunda sundum.
Cin Ayşe Fanzin için tekrar ele alıp düzenledim.
CİN AYŞE 19, BAHAR 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder