“Anlatması en zor şeyler,
kendimizin bile anlayamadığımız şeylerdir.”
Elena Ferrante
Telefon çaldı, çaldı, çaldı… Teleksekretere düştü ses: “Ev bugün yıkılacak. Haber ver dediğin için arıyorum. Aman sakın bir olay çıkarma! Sattık, bitti gitti o iş.” Betül’ün elleri tuttuğu poşeti az daha bırakıyordu, sarsıntıdan yere döküldü birkaç pirinç tanesi. Ne diye uyarıyordu teyzesi onu şimdi? Ne yapmasından korkuyordu ki? Buldozerlerin önüne yatıp yıkımı engelleyeceğinden mi? Tek tek toplarken pirinçleri, ellerine baktı uzun uzun. O fark etmeden yaşlanmışlar. Derin kırışıklar, bir soğuk bir sıcak suya girmekten oluşan çatlaklar, soluk kahverengi lekeler… Aynı annesinin elleri. Evin insanın ömründen çaldığını bilmezler derdi. Ev hem bir kabuk hem yük. Bugün o kabuk kırılacak. O yük de kalkacak mı sonunda?
Büyük şehirle kasaba arası üç saat. Öğlene varacak, yıkıma yetişecekti. Sabah güneşi yola vuruyor, gri asfalt üzerine beyaz çizgiler birbiri ardına tamamlanıyor, yol kenarlarındaki apartmanlar tek düzeleşiyor, görüntünün aynılığı bir süre sonra gördüğü tek bir fotoğrafmış izlenimi veriyordu. Camları kapalı arabada tek başına olmasına rağmen sanki toz toprak kokusu duyuyordu. Betül küçükken bütün gün sokakta oynadığında annesinin dediği gibi üstü başı sokak kokuyordu. Camları sonuna kadar açtı, radyoyu açtı, çıkan sese dayanamadı, radyoyu kapadı, camları kapadı, klimayı açtı. Ne yapıyordu? Neden yapıyordu? Niye onca yol gidip evin yıkılışını izleyecekti?
Önündeki arabaya takıldı gözü. Tıklım tıklım doluydu. Minübüs tipli aracın arka camından üç çocuk başı görünüyordu. Birbirlerinin saçını çekiyor, oyuncak bebekleri birbirine vuruyorlardı. Derken arka koltuktan bir müdahale geldi. Bir el hepsinin kafasına birer kez vurdu. Çocuklar durdu. Günübirlikçiler olmalılar diye düşündü. Bir zamanlar babasının arabasına böyle yeğen kuzen çoluk çombalak dolaşırlar, civar köylerdeki sahillere gider, piknik yaparlardı. Ailenin erkekleri mangal yakar, kadınları sofrayı hazırlar, çocuklarsa bütün gün denizden çıkmazdı. Bir zamanlar diye mırıldandı. Asıl mesele bu değil miydi? Bir zamanlar ev yuvaydı, akrabalar aileydi. Ya şimdi?
Kasabaya vardığında öğle olmuştu. Arabayı evin tam karşısına park edip işçilerin yanına gitti, yemek molasındaydılar. Yalnızca bahçe duvarlarını yıkmışlar, molozların önünde oturup yemek yiyorlardı. Betül yanlarına gidip evi ne zaman yıkacaklarını sordu. Öylesine sorulmuş bir soruydu ama söze nereden gireceğini bilmiyordu. Yolda kendini yalnızca yıkımı izlemeye ikna etmişti. Ancak evi görür görmez içinde bir şeyler harekete geçmiş, ayakları onu ileri sürmüş, dili onun yerine sormuştu: Siz moladayken evi görebilir miyim? İşçiler tereddüt etti. Müteahhite sormaları gerektiğini söylediler ve adama telefon ettiler. Adam yakınlardaydı, hemen geliyorum dedi. Betül bekledi. Beklerken apartmana uzun uzun baktı. Üç katında da ne çok anısı vardı. İşçiler kim olduğunu merak etmişti. Çocukluğum bu apartmanda geçti dedi. Ailemizin apartmanıydı.
İşçiler apartmanın eski sahiplerinden olduğunu anlayınca evi övdüler. Evin içinden söktükleri malzeme kaliteliydi, ikinci el pazarında kapışılırdı. Şimdi böyle evler yapılmıyordu. Her şeyin ucuzuna kaçılıyordu. Dedesinin bir zamanlar özenip bezenip yaptırdığı her şeyi sökmüş işçileri dinlerken çocukluğunun evi hakkında hiç bilgisinin olmadığını fark etti. Mermer tezgahıymış, ceviz dolaplarıymış, çelik kapısıymış… Böyle şeylerle hiç ilgilenmemişti. O yalnızca burada yaşamıştı. İlk fırsatta da buradan kaçıp bir daha da dönmemişti. O günlerden geriye bir tek bu ev kalmıştı. Bu evde yaşamış insanlardan geriye kalansa bir tek teyzesi ve kendisi. Müteahhit geldi, telaşlıydı. Bir sorun olduğunu düşünmüştü. Betül’ü karşısında görünce suratı bir karış asıldı. Siz dedi sorarcasına ve sustu.
“Ben…” dedi Betül. “Merak etmeyin. Yalnızca yıkımı izlemeye geldim. Satılırken karşı çıkmıştım ama artık olan oldu. Gelmişken bir içini gezmek istedim.” Müteahhit derin bir soluk alıp verdi. Kibar hatta fazla kibar bir şekilde “Tabii gelin buyrun hanımefendi” dedi. Sorun çıkmadığına sevinmişti. Betül apartmana girdi. Trabzanlarına kadar sökmüşlerdi. İçeride her şey beton ve tozdu. Bu haliyle eskiden bildiği apartman değil, bir apartman taslağıydı. Yine de merdivenlerden çıktı, ilk kata vardı. Odasını yani bir zamanlar odası olan yeri buldu. Eskiden yatağının dayandığı duvardaki ismini buldu. Ortaokuldayken duvara pergel ile ismini ve o günün tarihini kazımıştı. Bin dokuz yüz seksen altı yılının on ikinci ayının yedinci gününden bugüne hayat ne çok değişmişti. Mutlu ve sevgi dolu ailesinin iyi huylu kızı, dedesinin anneannesinin biricik torunu, teyzesinin gözbebeğiydi. Ya sonra?
Odasından çıkıp mutfağa geçti. Annesinin sararmasın diye her gün sildiği beyaz mutfak dolaplarının yerinde yeller esiyordu. Onun onca emeğine onca zamanına ne oldu? Salona geçti. Odayı boydan boya kaplayan beyaz halı sökülmüştü. Hani üç ayda bir silinen, lekelenmesin diye çabalarken insanı huzurundan eden o bembeyaz halılar artık yoktu. Annesinin temizlik yapmaktan çatlamış elleri kanardı o halıları silmekten. Babasının ise umru değildi. Döker, saçar, ev bu kirlenir derdi. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da gamsız, tasasız, vurdumduymaz. Giderken, sonra hiçbir şey olmamış gibi dönerken, günlerini cam kenarında onu beklemekle geçiren kadının kalbini defalarca kırarken vurdumduymaz.
İkinci kata çıktı. Anneannesinin evine girince ilk olarak balkona gitti. Sanki onu yine orada bulacakmış gibi. Gecesini gündüzünü, ömrünü hatta ölümünü balkonda yaşamış kadının hatrına balkondan uzun uzun manzaraya baktı. Arabasını, arabanın ardında, iri selvileri göğe uzanan eski mezarlığı gördü. Asıl bu mezarlığı yıkmalılardı. Üçüncü kata teyzesinin evine çıktı. Onun bir zamanlar nasıl bir kadın olduğunu hatırladı. Yemek yaparken söylediği şarkıları, kahkahasını, baktığı falları, evinde her zaman tatlı olduğunu... Şimdi o kadından geriye, hiçbir hayali gerçekleşmemiş, ömrü yalnız ev işiyle geçmiş bir kadın kaldı.
Betül büyüdükçe aymıştı gerçekliğe. Bir zamanlar yuva olan belki de hiç yuva olmamıştı. Kabuktu, yüktü ve neden hala acıtıyordu? Aşağı kattan bir ses işitti: “Hanımefendi!” Betül aşağıya “Buyurun!” diye seslendi. “Paydos bitti. Çalışmaya başlamamız gerekiyor.” Betül merdivenlerden indi, apartmandan çıktı. Müteahhit elleri belinde bekliyordu. Ona “Teşekkür ederim.” dedi uzaktan. Bağırarak sordu: “Şimdi mi yıkacaksınız?” Güya yalnızca yıkımı izleyecekti Betül. Müteahhit “Evet?” dedi sorarcasına. Ayakları yürüdü, dili söyledi: “Bir ricam daha olacak.”
Betül işçiyi dikkatle dinledi. Buldozere geçti. Adamın dediği tuşlara bastı, gösterdiği kola asıldı, ilk fiskeyi o vuracaktı. Buldozerin dev bir hayvanı andıran gövdesi sarsıldı. Uzun tırnaklı pençesi birinci katın balkonundan bir parça kopardı. Kabuk kırıldı, yük kalktı. Artık ev, yalnızca evdi.
CİN AYŞE 19, BAHAR 2023
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder