2 Mayıs 2023

LAL HİTAY. TEFRİKA 7: SERBEST DÜŞÜŞ


 

Sağ alttan ters saat yönünde:

1-Gregg Delman/Dansçı: Lily Janneck

2-Tasarımcı: Gareth Pugh

3-Unknown

SERBEST DÜŞÜŞ

 

 Claire Keegan’a ve Carlo Ginzburg’a

 

         Şakayıklar dayanıklıdır dayanıklı olmasına ancak sabır ve anlayış gerektirir. Dikildiğini takip eden ilk zamanlarda çiçek açmazlar. Yerlerini beğenmezlerse hiç çiçek de açmayabilirler. Şayet çiçek açtıysa yerini sevmiş demektir; o zaman yeri değiştirilmemelidir. Yerini sevmek ya da yerini yadırgamak yerleşiklikle ilgiliyse, yerleşiklikle birlikte düşünülebilecek bir çiçektir şakayık, kendine haslığı gülün bilinirliği ve ona benzerliğiyle gölgelenen. Terzi Hasan’ın eşi Seher, Ayça terziden çıkmadan önce ona üç tane şakayık hediye etti. O da onları başucunda bir vazoya koydu ve yerini değiştirmedi. Yalancı gül kokusunun hafifliğiyle uyumanın ve uyanmanın, uçuşan tülü andıran ince açık pembe yapraklara bakmanın, gerçek gülün kokusunun ve kadifemsi yapraklarının baskınlığına kıyasla daha rahatlatıcı bir etkisi olabilirdi. Kendisine hediye edilen şakayıklara kadar çiçeklerle ilgisi yok denecek kadar azdı Ayça’nın ama gülden hoşlanmadığını bilirdi. Ayla çiçeklerle her zaman daha ilgiliydi. Ortancaları severdi. Hydrangea hortensia.

         Ayça, Seher’le ilk tanıştıkları gün Seher’in teklifine rağmen ona hiçbir şey sormadı. Seher’in ikram ettiğçayı içip eve geri döndü. Rafet Bey’in okumadığı yazılarını okudu. Hepsini bitirdikten sonra bazı yazıları tekrar okudu. Bir kısmını bir kez daha. Yeterince okuduğuna kanaat getirdiğinden ya da o an için daha fazla okuyacak takati kendinde bulamadığından terziye gitti. İçeride kimse yoktu ama kapı açıktıŞakayıkları yerli yerinde, cam fanustaydı. Güneşin ışığının parlaklığında toz pembe yapraklar adeta saydamdı. Hasan ve Seher’in evinin kapısını tıklattı. Kapı usulca açıldı. Seher, Ayça’yı görünce gülümseyip başıyla içeri davet etti. Telefonda hararetle bir şeyler konuşan Terzi Hasan’ın ve büyük bir deve tabanının yanından geçerek arka taraftaki kış bahçesini andıran balkona ilerlediler. Dışarıda şakayıklar, ortancalar, adınıbilmediği birkaç bitki ve ağaç daha vardı

// O gün sana anlatmak istiyorum dedim değil mi? İnsanların hikâye anlatıcısı oldukları söylenir. Buna inanır mısın? Ben inanmıyorum. Genelde anlatacak pek bir şeyleri yoktur ama söyleyecek söz çoktur. İnsanların üzerine vazife olmayan şeylere burnunu sokması veya bilir bilmez yargıda bulunması daha sık karşılaştığım bir şey. Talihsizliğim mi kötümserliğim mi bu karşılaşmaların sebebi bilemiyorum. İnsan herkes kendi kapısının önünü süpürse ne güzel olur derken kendi kapısının önünü süpürmekle ilgilendiğinden daha çok kimin kapısının önünü süpürmemiş olduğuyla ilgilidir. Ama buna rağmen kimileri de hikâye anlatıcısıdır. Mesela Rafet Bey, onun annesi ve anneannesi yani anasoyu hikâye anlatıcısıdır. Rafet’in anneannesi anneannemle, annesi annemle arkadaştı. Bir zamanlar biz de arkadaştık. Sonra araya bir şeyler girdi sanırım. Uzaklaştık. Başka kıtaların, başka dünyaların insanı gibi olduk. Kendiliğinden gelişen doğal bir süreç; kırgınlık, kızgınlık, kavga gürültü olmaksızın bir kopuş. Tedbirsizlik, özensizlik de kendiliğindenliğe dahil midir? Tedbir ve özeni elden bıraktığın anda söz kalabalıkları bulduğu boşluğu dolduruverir ve öyle bir katılaşmaya sebep olur ki kopuş olmaksızın yeni bir döngü başlayamaz. //

// Bir süredir Ayla ile gittikçe uzaklaştıklarını hissediyordu. Tedbirsiz ve özensiz mi davranmıştı? Aralarına giren söz kalabalıkları mı yoksa başka bir şey miydi? Aynı dili konuşan iki yabancının arasındaki boşluğu herhangi bir şeyin kalabalıklığı değil de olsa olsa yokluğunun büyüklüğü tıkardı. Kendiliğinden; kızgınlık, kavga, gürültü olmadan gerçekleşen her kopuş yeni bir döngü başlatamayabiliyor. Cevaplayamadığı sorularla boğuşmakla baş başa bırakabiliyor insanı. Bu durumda üzerine vazife olmayan şeylere burnunu sokmak, olur olmaz yargılarda bulunmak da insanı oyalamaya yetmiyor diye içinden geçirdi Ayça. Kopuşlar bazen yalnızca başkaca kopuşları tetikliyor. Ancak kaçmaya gücü yetiyor insanın. Sedat kayıptı. Yokluğu bir kopuştu. Bu kopuşun kendiliğinden olup olmadığını henüz kimse bilmiyordu.//

//Rafet’in anneannesinin hikâye anlatıcılığı sıcakların karabasan gibi insanların üzerine çöktüğü, hareket etmek bir yana nefes almalarını bile zorlaştırdığı yaz ün kazandı. Soğuk iklimlerin birlikte sarılarak uyuyup ısınmaya çalışan ilkel topluluklarına öykünüp birbirlerinin soluklandıkları yerleri takip ederek hangi köşelerde serinleyebileceklerinin ayırdına varan insanların bunalmışlığını bir nebze de olsun hafifletebilmek için anlatmaya başladı. Bir zamanlar kavurucu sıcaklar, cehennemin yeraltı kapılarının çok açılıp kapanması sebebiyle hayra yorulmazdı. Uzun süren yakıcı sıcaklar, kuraklığı çağırır, bütün yılın hasadını kavurarak kıtlığı haber verirdi. Cehennemin gevşemiş kapılarından yeryüzüne çıkıp kıtlığı körükleyecek kuraklığın şiddetini arttıracak ateşin soluğunu hasatlara taşıyan kötü ruhlarla mücadele etmek için kimi insanlar yani “seçilmiş olanlar” geceleri herkes uyurken bedenlerini yataklarında bırakıp ruhlarını dışarı salardı. Eğer biri hiç uyanmayacakmışçasına derin bir uykudaysa, kendine seslenildiğinde ses etmiyorsa rahat bırakılmalıydı. Seçilmiş olanların ruhları karanlıkla, karanlıkta savaştayken rahatsız edilirse ruh geri dönmez, beden gömülünce bile ruh yeryüzünde hüzünle döner dolaşırdı. Diğer bazı “seçilmiş olanlar”ın ruhları kurtadama dönüşür böylece cehennemin gevşek kapılarından geçer, kuraklıkla yok edemedikleri tohumları cehenneme istifleyen kötü ruhlarla yerinde savaşır, onların sivri, parlak ve keskin dişlerine karşı zafer kazanırsa çalınan tohumları geri alıp yeryüzüne dönerlerdi. Kapıların gevşemesiyle ölümler de artar ölüler “seçilmiş olanlar”a görünür ve onlarla konuşurdu. Bazen son bir istekte bulunur bazen de veda ederlerdi. Ya da söylenmemişliklerini fısıldar ve yalnızca muhatabına bunların iletilmesini isterlerdi. Başkaca söyledikleri de olsa gerek duyduklarını asla anlatmayacağını, anlatamayacağını söyleyen aktarıcılar da az değildi… Böylece koca, uzun, sıcak, kurak bir yaz geçti. Hikâye anlatıcısı hem ilgi çekti hem tedirgin etti ama bu ikircikli hal onun çekiciliğini azaltmadı, aksine arttırdı. Yaz geçti geçmesine ama Rafet’in anneannesi için yakıcı yazın bunaltıcı, sıkkın ve çaresiz ruh hali ara ara devam etti. Nefessiz kalıp serinlik ihtiyacı hissettikçe buzdolabının kapağını açıp önünde ifadesiz bir yüzle dakikalarca dikilerek rahatlamaya çalıştı. //

//Kavurucu sıcakların nefes almayı zorlaştırdığı henüz ergenliğe girdikleri zamanki yazı anımsadı.  Evin kendisine hazırlanmasına fırsat vermeden aniden bastıran yazı. İlk şaşkınlık atlatılınca halılar yıkanıp naftalinlenerek. Naftalin kokusu keskinliğini sıcak havayı daha da ağırlaştırdı. Herkesi yatağa, kanepeye yığdı. Ev halkı soğuk duş ve yelpazelenerek serinlemeye çalışırken, Ayla’nın aklına buzlarla serinleme fikri geldi. Yarı yatar halde uzandığı yerde buz küplerini ensesine, bağrına, göbek deliğine koyup erimesini bekliyordu. Göbek deliğinde biriken suyu bedenini sağa sola sallayarak daha genişçe bir alanı serinletmek için kullanmaya çalışıyordu. Bu şekilde biraz serinleyip hareketlilik kazandıktan sonra avucuna aldığı buz küplerini bütün vücudunda gezdiriyor, gezdirirken meyve sularını dondurarak yaptığı buzları emiyordu. Avucuna aldığı buzları Ayça’nın kollarına bacaklarına bastırıyor, itiraz ettikçe bunu yapmakta daha da üsteliyordu. Buzları Ayça’nın giysilerinin boynundan, belinden tutup esneterek içine atıyor, Ayça silkelenerek buzlardan kurtulmaya çalıştıkça kahkaha atıyordu. ‘Yapma’ dedikçe ‘Yapacağım işte’ diye sırıtan bir Ayla baskıncı, cehennemvari yazı daha da çekilmez hale getirdi. ‘Neden’ diye sorduğunda ‘Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor.’ diyordu. Ama Ayça’nın hiç hoşuna gitmiyordu. Bunu söylemedi. Yaz gibi buz savaşları da geçip bitmeyecek gibi görünüyordu. Ta ki Ayça, Ayla’nın giysilerinden içeri attığı iki üç tane buzu silkelenerek yere düşürdüğünde, yürümeye devam ettiği için buzlara basarak kayıp fena halde düşene kadar. Ayça’nın canı o kadar yandı ki bir süre ses çıkaramadı. Toparlanıp ayağa kalkması zaman aldı. Kafasını vurmadığı için şanslıydı. Halılar kaldırıldığından koridor çıplak taştı.  Ayla’nın yüzünün bembeyaz olduğunu hatırlıyor. Ona elini uzatmaya çalıştığını, elini ittiğini. Yazın kalanında, buzun da yosunlar gibi taşı kayganlaştırdığı gerçeğini ilk elden gözlemleyen Ayla da herkes gibi soğuk suyla yıkanıp yelpazelenerek serinlemeye çalıştı. //    

// Yaptığı şeyi tutkuyla yapan her insan gibi Rafet’in anneannesi de sınırlarını genişletmek, işini çeşitlendirmek ve yenilemek isteğindeydi. Yeraltı cehenneminin gevşeyen kapılarını ve seçilmiş olan ruhları anlatmayı bıraktı. Ruhlar bedenleri terk etmiyor, kurt adama dönüşmüyor, geceler kötücül güçleri savmak için yeryüzünde ve yeraltında amansız mücadeleler vermiyordu. Doğa olaylarına karışan kötücül güçler de yoktu. Canavarlar ve kahramanların olmadığı daha gerçekçi, hayattan detayların olduğu hikâyeler anlatmak istedi. Gerçeklik ve inanç ilişkisi üzerine henüz hiç düşünmemişti, bir zaman sonra düşündüyse de hakikatler en çok da inancın inatçılığı, zorbalığı ve baskınlığına yenilmişti. Hayal kırıklıklarından, sıkışmışlığından ve başkalarının dilinden kurtulmak için sevmediği, âşık olmadığı bir adamla evlenen kadının hikâyesini anlatmaya başladı.  Evlenmesi ile şehri, evi yenilendi. Hayal kırıklıkları ve sıkışmışlıkları da eskisi gibi kalmadı, onlar da yenilendi. Adamın teninden, kokusundan, sesinden, konuşmasından nefret etti. Ama iyi bir kocaydı, parasını kazandı, evine en iyi şekilde baktı, karısına bağırıp çağırmadı, aldatmadı. Kocaların iyi olması kolaydır. Yatağı, yatak odası rüyaları değil kâbusları ağırlardı. Adam her üzerine çıktığında midesi ağzına geldi. Ona dokunduğu anda kusası geldiği yetmezmiş gibi adamın kokusu da üzerine sinerdi. Sıcak suyun altına girer saatlerce keselenirdi. Teninde yaraların açıldığı olur, bunları kıyafetleri ile saklamaya çalışırdı. Kadın olmak kocalık kadar kolay değildir. Tek tesellisi adamın sık sık yapmak zorunda olduğu iş seyahatleriydi.  Evliliklerinin ilk yıllarında çocukları olmadı. Hayal kırıklıkları ve sıkışmışlığından kurtulamamıştı ama başkalarının dilinden bir süre için kurtulduğunu sandı. Hamile kalamamasıyla bu konuda da yanıldığını anladı. Kişisel cehenneminin bütün kenarları böylece yeniden tamamlandı. Evde bir yukarı bir aşağı salınıyor, nefes alamayacak kadar bunaldığını hissettiğinde buzdolabını açıp önünde dikilerek kendini ferahlatmaya çalışıyordu. Bu zamanlarda alt katlarına bekar bir adam taşındı. Adamla ayaküstü birkaç kez laflayıp bir kez bir yerlerde bir şeyler içtiler. Gören görmüştü zaten de saklamaya çalışmamışlardı. Adam alt katlarından taşınmadan hamile kaldı. Çocuğun babası kendisi için olduğu kadar başkaları için de belliydi. Dokuz ay sonra kızı doğdu. Kocasına hiç benzemiyordu. Bundan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Rafet’in anneannesinin ne seyahat eden bir kocası ne de bir alt komşusu vardı. Yalnızca alışılmışın dışında bir kadın ve evliliğinin sonraki zamanlarındaki hamileliğinden hiç kocasını andırmayan bir kızı vardı. Ayrıca bunaldığında buzdolabının kapısını açıp önünde dikildiğine şahit olmuşlardı.//

//… Günlük Astroloji: İnsanın algısı ezberedir. İllüzyonistler ezber algının kör noktalarından yararlanır. İnandıklarımızı onaylayan şeyleri bir olguymuş gibi ileri sürüp savunuruz. Astrolojiyle sonu gelmeyen haşır neşirliğimizin sebebi de bu olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum. Bir insanın birbirinden çok farklı bir sürü özelliği vardır. Ama burcu neyse o burcun özelliklerini o insanda görüp onun tipik burcunun insanı olduğunu söylemenin rahatlatıcı bir yanı olmalı. Dışarıda kalan bir sürü özelliği de açılarla açıklanmaya çalışıldığına göre. Bir kişiye onun ne olup olduğundan bağımsız olarak ne olduğunu söylemek kontrol ve iktidarla ilişkilidir. Sonuç olarak o insan olduğu gibi olmaya bırakılmaz. İnsanın en büyük kusurlarından biri bu hiçbir şeyi olduğu gibi olmaya bırakamamaktır. Bir sürü maraza sebebiyet vermiştir ve başkaca bir sürü maraza sebebiyet verecektir… Rafet Bey’in Pazar yazılarından aklında kalan bir pasaj. Astrolojiyle ilgilenirdi. Sedat’ın burcu, haritası, kendi burcu haritası, bunların uyumu, Ayla ile kendisinin haritaları ve bunların uyumsuzluğu. Hepsi mi bir rastlantı, kendi algısını onaylayan olguları ileri sürüp savunmak isteğiyle ilgiliydi. Bir gün Ayla kendisinden böyle bir şey talep etmediği halde onun haritasını ona yorumlamaya başlamıştı. Ayla bir süre sonra iç geçirip, “Ayça bana bir şeyler yakıştırmaktan vazgeç, bunlar benden çok seninle ilgili bence.” diyerek odasına çekilmişti. Bu halleri çocukluğunun haşarılığını özletiyordu. Ayça onu takip etmedi. Kendiyle yüzleşmek istemeyen insanların kendileriyle yüzleşmemek için neler yapabileceğini biliyordu. Başkalarının hayatı bu noktada çok elverişli bir dolayım olarak ortaya çıkar, hasar alır ve hiçbir döngüye sebebiyet vermeyen kopuşlar yaşanır diye yazmamış mıydı Rafet Bey.//

//Dışarı çıkmak ister misin? Bahçeyi sulamam lazım. Hem biraz havalanırız.//

//Seher bahçeyi sularken çiçekleri, ağaçları daha yakından inceledi. Adını bilmediği ağacın kalınca gövdesini kaplayan kabuklarına usulca dokundu. Ağaç da ona dokunmuşçasına karşılıklılık hissetti. Çok uzun süredir kendi kabuğunu aşan ilk teması bu ağaçla olandı sanki. Nedense kimseyle iletişimde şu an deneyimlediği akışkanlığı yakalayamadığını düşündü. Belki bunun sebebi başkalarının kabuğuna nasıl temas edeceğini bilmemesiydi. Belki kimse de onun kabuğuna gerektiği gibi dokunmamıştı. Ağacın yanında sonsuza kadar durabilirim diye düşündü. Kendini çok uzun süredir olmadığı kadar hayatla iç içe hissetti. Belki de hiç olmadığı kadar.  Seher içeri girmeyi teklif ettiğinde, kalmak istediği halde hayır demedi.//

//Hikâye anlatıcılarıyla ham yargıçların kan uyuşmazlığı iki tarafı da tedirgin eder. Koşullarını bilmedikleri yaşantılar, insanlar hakkında kesin hükümlerde bulunacak kadar kendilerini önemseyip ciddiye alanların çocuksuluğuyla, oyunculuğun yaratıcılığı ve yaşamla kenetlenmişliğinden vazgeçemeyenlerin çocuksuluğunun farkı, kuzey ve güney kutuplarının farkından, zıtlığından daha keskin ve uzlaşmazdır. Her şey gibi insan yaşamına dair en sade dönem olmasını beklediğimiz çocukluk da tek bir hale, katmana tekabül etmez. Mesela Rafet’in annesinin çocukluğu ıssız bir çocukluk oldu.  Bir süre direnç gösteren babası bir gün gitti ve geri dönmedi. Kavga gürültü olmasa da kırgınlık ve kızgınlıkla bezeli şüphenin getirdiği bir kopuştu bu. Ardında terk edilmişliği ve buzdolabının kapısını açıp önünde ifadesiz bir yüzle dikilen bir kadını bırakan. Rafet’in annesinin soğuk yerlere ve buza tutkusu belki de bunaldıkça buzdolabı önünde dikilen annesi ve ıssız çocukluğu sebebiyledir. Ya da bilemediğimiz bambaşka bir sebepten böyle bir tutkuya sahipti. Onun hikâyelerine soğuk yerler ve buz bir şekilde dahil olurdu. Annesinden farklı olarak o, hikâyelerini çocuklarla paylaştı, yetişkinlere güveninin olmamasını kimse yadırgayamazdı. Bu güvensizlik bambaşka bir çıkışsızlığı, başka türlü terk edilmişlikleri ve ıssızlıkları getirdi.//

         İçeriden Terzi Hasan geldi. Rahatsız ettiği için özür diledi. Seher’in yardımına ihtiyacı vardı. Seher, Ayça’ya isterse sonra devam edebileceklerini söyledi. Anneannenin hikâyelerinden anneninkilere geçip son durak olarak Rafet’e uğrayabilirlerdi. Ayça’ya iki tane şakayık verdi. 

//Hep karşılaştığın biri varsa seni şakayıklarla özdeşleştirebilir. Oysa ki yalnızca bir hediye.// 

 

 

 SAYI 19, BAHAR 2023, YABANİLİK İÇİMİZDEDİR

 

 

 

Hiç yorum yok: