İklim değişikliği ile ilgili bir belgesel var adı da Dünyadan Nasıl Çıkılır, ve Sam soruyor, Bir binadan atlamalı mıyım.
Uzayıp giden bir umut vaat edenler listesinde arkadaş edinemiyorum: Bu ağırlık sona erecek. Yukarı geri döneceksin.Sabah seslerinin yerçekimindeki sadakat. Ancak sen kalacak olursan.
: : :
Sokağa çıktığımda sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelen, havada tüten bir pişmiş portakal kokusu. Arabalar şeritlerinde gidip geliyorlar, o sırada üç delikanlı dünya umurlarında olmadan kaldırıma doluşuyor.
Nasıl yapacağımı bilmiyorum: yüzlerini avucumun içine alıp onları neyin beklediğini anlatmayı. Herhangi birimize karanlığa giden bu şarkıyı nasıl öğretsem.
: : :
Bir akşam köşeyi döndüm ve dikiz aynamda aniden çakan flaşla panik oldum, dişlerim zangırdadı gırtlağımda. Hücrelerimin hepsi polis telsizinden çıkan haşin sese hazırlanmıştı: ama bu bir devriye arabası değildi. Gökyüzüydü. Ölümle şoka girmiş bir gökyüzü.
: : :
Ağartılmış mercanların fotoğraflarını görünce ağladım. Sonra da, şiirlerin hepsinden çıkardım o cümleyi: Ağartılmış mercan. Ağartılmış mercan. Eğer bir yazı atlanırsa eğilip onu karşılarsın. Onu bir kumaş ve kendi güzel nefesinle selamlarsın.
: : :
Pyrex patlayıp da fırına saçıldığında sesten ayılmak için kendimize bir dakika verdik, mahvolmuş bir akşam yemeğinin beklenmedik doğal felaketiyle. Güvende hissetmek için, tavana dönüp oradaki ruhlardan kendilerini tekrar duvara tıkmalarını istedik. Sonra süpürgelerimizi ve torbalarımızı alıp kırıkları toplamaya başladık, döşemede gizlenmiş ayağımıza batabilecek hayalet bıçaklarını.
: : :
İlk aşkımın Dünyayı bir çatıdan terk ettiğinden bahsetmeliyim, atlamadıysa da. Ya da: kasların yaptığı gibi yaptı, uykuda kendilerini bırakmaları gibi.
: : :
Californiya'yı yutan kükürt videoları izleyebilirim. Bir oğlanın ateşe karşı bir çizgi tutmanın cezasını azaltabileceğini anlatışını dinleyebilirim. Sesini ellerimde tutabilir ve doğrudan ona fısıldayabilirim ama bu onu buraya getiremez. Onun kollarını sevebilir, benim kollarımın kirden başka bir şey yapmasına yardım etmesini sevebilir ve bu sevginin aramızdaki boşluğa doğru kanamasını izleyebilirim ve sonra tabii ki. Düşer. Bir tünele düşer ve kaybolur.
: : :
Tekrar yukarı gelebilirsin. Koş ve gökyüzü seni binlerce portakal eliyle tutacak. Hiç aşağıya düşmeyeceksin.
: : :
Sinekleri kovalayarak evin içinde dolaşıyorum, gazetenin sineğin iskeletinde çıkardığı sese, temiz ve kanlı bir sonun tatminine susamış haldeyim.
Gittiklerinde, neredeyse onları özlüyorum. Kollarımdan uçup gidiyorlar. Ben de onların kollarından uçup gidiyorum.
: : :
Bir şeyi bakamayacağın kadar çok özlemenin Almanca karşılığı nedir? Birebir çevirisi: yeşil yeşil yeşil ve yüzümü gizliyorum.
: : :
Flint'de musluğu açıyorum ve kokuşmuş bir selofana sarılmış savaş çıkıyor. Detroit'de düğmeyi çeviriyorum ve çay için savaşı kaynatıyorum. Providence'da bitkilere aşırı savaş açıyorum. Tiyatronun karanlığında yüzümden savaş akıyor. Bir savaş battaniyesinin içine giriyorum ve dalgalarının beni kıyı şeridinin kesinliğinin ötesine taşımasına izin veriyorum.
: : :
Başka bir deyişle: Kendime bir plaj yapıyorum.
Başka bir deyişle: Kasvetli bir şekilde sülük yapıyorum. Karla karışık yağmur soluyorum. Yapraklardan ürküyorum, onların kokusunu, resiflerin mezarlarını bekliyorum. Ağartıyorum, ağartıyorum ve klorun dişlerimden kayarak temizlemesini izliyorum.
: : :
Arkadaşlarımı çatı korkuluğuna bağlamak istiyorum, bir zamanlar sahile ayakkabılar, kitaplar, havuç torbaları, teneke kutuda şarapla battaniye bağladığımız gibi. Nemli kumu, yengeçlerin yumuşak yuvalarını bulana kadar ayak parmaklarımızı nasıl esnetip kıvırdıysak. Ama rüzgar durmak bilmiyor. Küçük sahilimize karşı turuncu ve dış iskeletiyle.
: : :
Keşke camı kıran bir hayalet olsaydı. Basit bir öfke- birkaç güzel söz ve bir avuç tütsüyle yatıştırıp tekrar uyuyabileceğimiz eski bir masal. Sıcaktan olması çok daha kötü. Daha da kötüsü: moleküllerin bu gerçek karşısında bükülüp kırılmaları.
: : :
Hamtramck'da panjurlarımdaki toza karşı çok daha küçük bir savaş verirken o itfaiyecileri dinledim. Pencerelerimi tozdan arındırmak için sildim de sildim. Ormandaki çürüme besler. Toprak isi içer ve onu yeni yapraklara dönüştürür. Başka bir deyişle, burada kiri sorun haline getiren plastiktir.
Onu selamlamak için eğildim, bir bezi suya batırıp dile benzettim. Bu sırada, çıtaların arasından süzülen ışık görüntümü dilimlere ayırdı.
: : :
Felaket geldiğinde, bazılarımız hayaletlere seslenmek için çatıda duracak. Bazılarımız çizgiyi koruyacak. Bazılarımız kırıkları arayacak, dilini yerde gezdirerek.
: : :
Sanki felaket gelmemiş, bahçede büyümemiş gibi söylüyorum. Listeyi tekrarlamam mı gerekiyor? İtfaiyeci tutsaklar-arkadaşlarımın adaları yavaşça yutuldu-savaş musluğumda, hatırladın mı? Suriye bir kuraklığın adıdır. Bu kasırganın adı Exxon, Exxon, diye bağırıyorum. İstediğim kadar yabani ot koparabilirim. Bahçede dolaşıp onları koparıyorum, topraktan çıkan gerçek isimlerinin sesine susamış bir şekilde. (Söylememe gerek var mı? Kollarımdan uçup gidiyorlar.)
: : :
İlk aşkım öldüğünde, onu özlemekle ilgili bir yığın şiirim olduğunu belirtmeliyim. Bunun beni dulluğa hazırladığını söylemek istiyorum - dünyaya dul kalmak, vesaire.
Gerçek şu ki: en üstteki kumun altında, okyanusun yakınlığından nemlenen daha karanlık bir katman daha var. Oraya gömülmek için yalvardığım günler oldu - serin, değişken bir mezar, amansız güneşten -güneş-güneş- kurtuluş
: : :
Acımasız olan diğer şeylerin giderek büyüyen bir listesi arasında: sokağa yuvarlanan gençler. Kış ortasında turunçgilli bir gökyüzünün şoku. Bir cümlenin şeklinin haftalarca dudağınıza yapışması. Bir keresinde Sam bütün gün boyunca "Soul, diyorum!" diye mırıldanarak dolaştı ve öyle de yaptı.
: : :
Kederim için uygun bir çeviri yerine, kendimi içine indirecek kadar soğuyana kadar yeşil yeşil yeşil diyorum.
: : :
Aşkımın yüzünü ellerimin arasına alıp, onu özlediğimi söylüyorum. "Seni ağaçları özlediğim gibi özlüyorum" diyorum.
Bununla demek istediğim, Bak! Ağaçlar burada! Herkes dışarıda sevgilim: Ellerimde yeşil, kuru duvarlarda hayaletler, herkes bizi bekliyor.
: : :
Şunu da belirtmeliyim ki, ilk aşkım öldüğünde zaten ölüydü, zaten her zaman çatıya, çatının kenarına doğru gidiyordu. Ama o buradayken de buradaydı. Bu mantığa göre, o burada ve buradaydı ve burada ve buradaydı. Hiç durmadan.
: : :
İtfaiyecilere yakın olmak yerine; hayaletlerin havasız dilini konuşmak yerine; ya da moleküllerin mantığını tersine çevirmek yerine; ya da Exxon'u kasırgayı gerçek adıyla çağırmaya zorlamak yerine; ya da arkadaşlarımı ahlakı bozuk hayaletler tarafından verilen her sahte söze kanıp kendilerini çatıdan fırlatmamaya ikna etmek yerine; yapamadığım ya da geri alamadığım her şeyin yerine tutuyorum. Ağaçların yüzleri ellerimde. Onları özlüyorum. Özlüyorum ve özlüyorum. Kederin kollarından uçup gidene kadar ve gökyüzü. Beni binlerce turuncu eliyle yakalıyor. Beni yakalıyor ve ben orada kalıyorum. Acımasız turuncuya karşı asılı kaldım. Orada kalıyorum, yayılıyorum ve ölüyorum. Ve siren gökyüzünü şok ediyorum.
htps://pen.org/how-to-let-go-of-the-world/
çeviri: Anita Sezgener
Cin Ayşe 19, bahar 2023, yabanilik içimizdedir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder