SİMGE ŞİRİN
Varoluşsal
Bir Duruş Olarak Aşk
“Anlat bana, aşk, benim kendime anlatamadığımı: biçilen bu kısa ve
korkunç zaman boyunca, yalnız düşüncelerle yetinmek, buna karşılık hoş bir şey
yapmamak ve tatmamak mı yazgım?” Ingeborg Bachmann “anlat bana aşk” şiirinde
saçar aşk’a dair düşüncelerini onu cesurca sorgulayarak. Aşk’ın öznesinden
kopuşunu hissettirir okura bu şiiriyle. Aşk duygusunun güçlülüğü karşısında
boynu bükük duyguları, başka tutkuları, duygusal şiddetin kendisini
hissettirdiği zamanlarda kopmuş beraberlikleri hatırlatır bize, aşk’a hoş bir
şey yapmamak ve tatmamak mı yazgım diye soran şair.
Her
kim Bachmann’ın mutlak aşkı ele alan romanı Malina’yı okumuşsa; aşık olmanın,
kendini bir başkasının hayat akışında bulmanın, benliğiyle değil de aşkıyla kendini
ortaya koyan bir varlığın; yaşama dair tutkularının yerini nasıl aşk’a
bıraktığını, varlığından da öteye koyduğu aşkın nasıl bireyin varoluşundan
koptuğunun gözlemcisi olmuştur ister istemez.
Aşk söyleminin başyapıtı sayabileceğimiz bu romanının edebi yükü üzerimize
bu bağlamda ağır gelebilir. Tam kendimizi bulabileceğimizi düşündüğümüz bir
anda her şey alt üst olabilir ve bu durum yapıtta defalarca gözümüze çarpar.
Bachmann'in Malina'sını, Malina yapan kült sözler yapıtı okumayanlara yapıtın
özeti gibi gelebilir. Lakin faşizmin ateş aldığı yer aslında hepimizin aşk adı
altında ortaya koyduğumuz değerler bütünüdür. Bu bütün içinde yoksunlukların
doğurduğu ilişki üzerine bir kadın'ın (yapıtta kadın'ın adı yoktur. ben'dir o)
kendinden yoksunluğu ve savrulmuş hayatı üzerinde 'mutlak aşk' kıvamında tadabildiği
bir gerçeklik vardır. Bu gerçeklik üzerinde durur işte Bachmann. Bu
gerçekliği-mutlak aşk'ı- faşizm'in hayatımıza nasıl girdiğini, bizi
benliğimizden nasıl uzaklaştırdığını, uzaklaşmanın görünmez acısıyla nasıl
faşizme dayalı bir aşktan böylesine emin olup, bu aşkı benliğimizin dışında
aşık olduğumuz kişiye yükleyip, öteki'nin sadece öteki olmasından doğan hazzı,
nasıl kendimizden aciz bir şekilde hissettiğimizin, hatta hissetmekle kalmayıp
benliğimize, varoluş üslubumuza nasıl da acı acı yüklediğimizin hikayesidir Malina.
Bir kadın'ın varoluşundan doğan acı söylemler bütünü, öteki olanı yani Malina'yı
vazgeçilmez kılabilecek kadar güçlüdür. Bachmann'in hayatımıza
oturtabileceğimiz gerçekliği aşk söyleminin faşizmin çıkış noktası olduğu mu
yoksa benliğin parçalanmış halinin öteki olanda yer bulması sonucunda, bireyin
kendine duyduğu özlemlerin, aşk söylemi büyüdükçe büyüyüp öteki olana daha fazla
tutunmaya çalıştığı mıdır? İşte bu sorularda devreye okur giriyor ve aşk
söyleminin okurda bıraktığı etkisiyle soru cevabı içinde bulunduruyor. Yapıtı
böylesine güçlü yapan da bu cevabı arama çabalarımızdan doğan benliğimizi
sorgulama hali oluyor.
Malina adlı romanı böylesine güçlü yapan bir başka değer de sosyal bir
ilişki biçimi olan aşk’ın sosyalliğinden sıyrılıp bireysel olana geçiş
yapmasıdır. Feminist eleştiriyle yeniden kavrama dökülen aşk’ı da hissederiz
aslında romanda. Feminist eleştirinin aşk’a
getirdiği taze bakış açısıyla (“bizler aşkta tutkuyu karşılıklı yok etmek
değil, eşit paylaşmak ve birlikte çoğaltmak, aşk ilişkisi içerisinde her türlü
iktidar oyunundan vazgeçmek, sömürüyü ortadan kaldırmak istiyoruz”) okurların
şu ana kadar karşılaştığı aşk kavramı yok edilir ve yerine bireylere aşkla
beraber kendilerine ilişkide yer bulabilme hakkı doğar.
Sonuç olarak, Bachmann’ın
romanında mutlak aşk’a dair bulduğumuz hakikatle feminist eleştirinin
aşk’a dair duruşunu harmanladığımızda zihinlerimizde aşk kavramına farklı bir
boyut kazandırırız. Bu boyut bir ilişki
biçimi olan aşkla benliğimizi ortaya koyabilecek kadar güçlü bir duruş
kazandıracaktır bireye.
2 yorum:
Great site you've got here.. It's hard to find high quality writing like yours nowadays.
I truly appreciate individuals like you! Take care!!
Stop by my homepage ; Geeks on Steroids Janeth
thanks a lot:) I will have a look at yours. thanks for sharing also...
Yorum Gönder