1.Son kitabın “Dalgalar X” ağustos 2024’te Epona yayınevi tarafından basıldı. Bu kitabı yazmak sana bir canlılık kattı mı?
Canlılığın bir çıktısı olsa gerek bir kitap. Bir sürü başka şey gibi. Faturalar, çöpler, karbon ayak izi, yaptığımız işlerin sonuçları, kredi kartı ekstreleri, trafik vs. Ve kimle nasıl bir tepkimeye girerse artık. Bu tepkimelerle yeni şeyler başlar.
Bir kitap ya da bir şiir canlılığın bir çıktısıdır mutlaka, yaşanmış bir hayattan kalan şeylerdir. İşin ilginci kitabın da bir tür canlılığı var. Kapağını açmadığın ve okumadığın sürece cansızdır, bir şey olmaz. Kapağını açtığında ve okuduğunda bir şey olur. Canlanır. Varyantlar yaratır. Hem olduğu şey kendi içinde hem de etkileşim halinde olduğu her şeyle geçişli bir canlılık. Bir tür hayat. Başka bir kelime bulamadığımız için hayat diyoruz. Canlılık geçişli bir şey midir? Tek başına yapmadığımız, beraber yaptığımız bir şey midir? Belki.
Öyleyse canlılığın varyantlar yaratmak olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu varyantlar bir şeyden diğerine geçerken aldığı etkiyle ne olur? Sormadığın bir soruya cevap verdiğimi biliyorum.
Aslında canlılık üzerine düşündüğüm bir konu değil. Canlılıktan kastının sanki bir tür yaşam sevinci, yaşam enerjisi, hareket kabiliyeti olduğunu anlıyorum. Spinozacı bir neşe, belki. Aksi de canlılıktır oysa. Ölmediğimiz sürece, yaşayan her şey gibi canlıyız işte. İnsanlığın dikte ettiği dereceleri, nicelikleri önemsemediğimizde her şeyin bir canlılığı var. Bitkilerin de canlılığı var. Ali onlara tepkisiz canlılar, derdi. Tepkisiz canlıların da canlılığı var. Ama bizden beklenen oku havada yakalamak. Etkin bir neşe.
Canlılık dediğimizde bu hayat sevinci ve enerjisi ve hareket etme yeteneği mi? Bu mutlu yaşama ya da mutlu olma, memnun olma, hayatta olduğuna sevinme mi? Cansızlığı da ölmeye meyilli olma, ölmeyi isteme olarak mı ele almalıyız bu durumda? Bir tür mutsuzluk gibi. Neşe mi canlılık? Canlılığın dereceleri mi var? İki canlıdan birinin daha cansız ya da daha canlı olduğunu mu söyleyeceğiz? Bir kediyle martıyı mı kıyaslayacağız? Birinin diğerinden daha iyi bir hayat yaşadığını mı söyleyeceğiz? Daha iyi bir hayat nedir? Kriterleri nedir? Kriterleri kim belirler? Daha canlı olan mı? Neşeli bir canlının daha mı canlı olduğunu varsayacağız? Canlılık daha çok etki yaratmak mıdır? Canlılığı bir performans olarak mı düşüneceğiz? Canlılık bir piyasa değeri mi olacak? Günde atılması gereken adım sayısı, katılmamız gereken etkinlikler, insanlarla bir araya gelmek ve bu bir araya gelişlerden canlı çıkmak, iyi fotoğraf vermek, bunlar canlılıklar mıdır? Bize önerilen sosyalleşme oranları var. Haftada 3 kişiyle görüşmek iyidir. Makul yaşamanın reçeteleri var, makul yaşamanın gerekleri. Makuller yaratmak anlamına geldiğinde canlılık reçeteleri bana iyi gelmiyor. Bunlar doğallığıyla oluyorsa güzel ama bir gereklilik olarak oluştuğunda sıkılıyorum.
Başka bir sorunun cevabı bu.
Bu tuhaf dünya ve kendimiz için hareket etmenin ve mücadele etmenin ne kadar esas ve önemli olduğunun farkındayım. Keşke öyle olmasaydı ama öyle. Kaybettiğimiz, her taraftan bastırıldığımız bu dünyada neşeyle hayata katılmak, evet, çok güzeldir ama nadir ve zordur. Üstelik bir yandan da sistem makul hayatın bir reçetesi olarak pek çok şey öne sürdüğünde, makul yaşantılar önerdiğinde tanımlayamadığım bir şey canımı sıkıyor. Bilmiyorum. Farklı yaşantılar vardır. Farklı biçimler, farklı yaşama biçimleri
vardır. Yani aslında söylemeye çalıştığım şu, yeterince neşeli olamıyorsak, hareketli olamıyorsak kendimizi suçlamayalım. Canlılık eksik olduğumuz yeni bir şey olarak ortaya çıkıp bizi mutsuz etmesin.
Neşeyi, hareketi destekliyorum elbette. Mümkünse çoğaltalım ama büyük hareketlerin aralıklarında, onları mümkün kılan küçük hareketler vardır. Büyük sonuçlara yol açmasa da çok güzel küçük hareketler vardır. Bir kediyle martıyı kıyaslamak neyse, Dostoyevski ile Beckett’i kıyaslamak da yanlış olur. Kıyaslanamayacak şeyler. Majör duygular ve
minör duygular ve ikisini de seviyorum. Öte yandan ikisi de bir sürü eser bırakmış. Yani
bir konuda aynı şeyi yapmışlar. Belli bir etkinliği sürdürmüşler. Demek ki
kendimize göre bir etkinliği, etkin olmanın yolunu ve biçimlerini bulmamız
gerekiyor. Farklı hareketlilik imkanları vardır. Ben kendime göre, standardize edilmemiş, dikte edilmemiş bir hareketliliği seçiyorum.
Ama seni doğru anlıyorsam, neşeyse eğer canlılık, hayır, yazarken bir canlılık katmadı, hatta bendeki bir canlılığı alıp onu katılaştırdı. Bendeki hayattan bir şey başka bir forma girdi. Sabitlendi. Katılaştı. Belki. Çok garip ama bu sabitlenmenin, katılaşmanın da bir tür hareketliliği var. Başka şeylerle ilişki ve tepkime içinde. Çözüldüğü bir yer var. Canlılığı bir buz parçası gibi dondurup sanki, sonra onu başka bir yerde yeniden suya dönüştürmek. Çözmek. Hayata.
2. Dalgalar çok canlı bir metafor, mekansallığı da var, kamusallığı da, şiirinde kişiselleşmesi sanırım x aracığıyla oluyor. Biraz o x’den bahsetmek ister misin?
Kitapta ilk yazdığım parçalardan biri dalgalardı. Ali büyürken onunla denizde çok zaman geçirdik. Sanki denizi severse hayatı da sevecekmiş gibi geliyordu bana. Denizi sevmek --> hayatı sevmek. Dalgaların getirdiği neşe. O karşı konulmaz neşe. Küçük büyük herkese çığlıklar, kahkahalar attıran neşe. İnsanın denizle karşılaşmasında ortaya çıkan bu neşe hep dikkatimi çeker.
Dalgalar şiirini yazdıktan sonra ve kitap biçimlenirken dalgalar farklı biçimlerde karşıma çıktı. Yakalayabildiğim anlamlarıyla bunu kitap boyunca kurmaya çalıştım. Dalgaları yakalamak ve dalgalanmak. Benden dünyaya, dünyadan bana. Aslında tasarım aşamasında biçimsel olarak da yapmaya çalıştım. Büyük küçük harf ve vs biçimleriyle ve sayfa düzeniyle de.
Dalgalara gelince,
Dalgaları anlatmak x’i anlatmaktan daha zor. Ne oluyor orada? Denizi anlıyor muyuz ki dalgaları anlayalım. Tanımlamaya çalışmadığımızda daha anlaşılır.
Tanımlamaya çalışmak olduğu şeyi distort ediyor. Deneyimlediğimiz ama tanımlayamayacağımız bir şey. Dalgalara ilişkin bir deneyimimiz olmasaydı hiçbir şey bize dalgaları anlatamazdı. Yani ancak deneyimle bilebileceğimiz bir şey. Dalgaların olağanüstü olduğunu ve beni hep şaşırttığını söylemekle yetineyim.
X’e gelince, x’i kitap boyunca anlatmaya çalıştım aslında. Şimdi özetlemeye ya da formüle etmeye çalışırsam,
birbiriyle ilişkiye giren, bir tür tepkimeye giren her iki şey arasında, canlı ya da cansız, birinden diğerine ve vice versa geçen, akan -/+ bir şey olarak düşünebiliriz.
Ama tabii şimdi bunu, x’i bu basitlikle algıladığımızda başka bir şey başlıyor. X’in özel bir konumda ne olduğunu anlamak. Genel içinde x’in taraflar arasında -/+ değerlerle oluşan bir şey, değişen bir değer, değişmenin, farklılaşan şeyin değeri olduğunu söyleyebiliriz ama genelden özel durumlara geçtiğimizde bu karmaşıklaşıyor. İki şey arasındaki ilişkide, tepkimede farklılaşan şey nedir? Şeyleri ignore ettiğimizde varlıklardan bağımsız olarak oluşan bu farka, x’e, değişmenin değerine baktığımızda çok zorlaşıyor. Banal olabilecek bir basitlikte anlattım bunu şimdi ama hayata
baktığımızda, yaşarken baktığımızda bu bize bazı şeyleri açabilir.
Her şeyin öznelleşmesi bu x sayesinde oluyor olabilir. Bu x değerle ben ferah sen anita oluyor olabiliriz.
Güzel bir şiir okuduğumuzda ya da güzel bir şarkı dinlediğimizde heyecan yaratan, kalbimizi sarsan bir fazlalık da olabilir x.
Irreducible x, indirgenemez x, belki böyle indirgenemez bir yanı da var.
3. “Bir başkası için anlam yapmak” diyorsun, bu canlı olmanın bir gereği gibi değil mi, bunu biraz açabilir misin?
Bir başkası için anlam yapabilir miyiz, bilmiyorum. Deneyebiliriz ama olur mu, bilmiyorum.
Anlam sadece kendimiz için yapabileceğimiz bir şey bence. Bir başkası için ‘anlam’a dönüşmesi bir yan etki olabilir belki.
4. “Düşünceye dönüşmeyen o ham hareket nedir? Kelimelerle kurmaya çalıştığımız o şey ne, neyi biçimlendirmeye çalışıyoruz?”(s:68) Bhanu Kapil’in bu sorusuyla karşılaştım geçen, göçmenliğin somatiği üzerinden konuşuyordu. Bir cümle ne içindir? Bir cümlenin somatiğinden bahsedecek olursak?
Zihinde bir tür ham hareket var. Bu hareketi bazen kelimelere çevirebiliyoruz ve o zaman bu bir düşünce, şiir vs. oluyor. Bu tercümeyi yapamadığımızda ise bu ham bir hareket.
Kitapta şöyle sormuşum:
‘Düşünceye dönüşmeyen o ham hareket nedir? Dile çevirmeye çalıştığımız şey ne? Düşünceye dönüşmeden, kelimelerini bulmadan önce ne? Ondan önce ne var? Kelimelerle kurmaya çalıştığımız o şey ne? Neyi biçimlendirmeye çalışıyoruz.’
‘Düşüncenin yalnızca dilde gerçekleştiğini söylüyor D. Sadece dil içinde mi düşünürüz? Kelimelere dönüşmeyen zihinsel faaliyet ne? Zihindeki o ham hareket nedir? Düşünce hep dilde mi gerçekleşir?
Ben sürekli dile çevirmeye çalışsam da kelimelere dönüşmeyen şeyler var. İmajlar. Hisler. Bazı şeylerin bilgisi. Bitkilerin bilgisi, aletlerin bilgisi.
Her şeyi dile mi çevirmeye çalışıyorum? Evet. Yazmak bu zaten. Dile çevirmek. ‘
Bu henüz sadece sorusunu kurabildiğim bir şey, yanıtı hala yok bende. Hala ham bir hareket.
5. Hareketler, hisler, jestler ve eşyalarla ilerleyen bir dil var Dalgalar x’te. Hareketsiz olanın da hafızası. Eşyaların bir canlanışı. Bu konuda ne söylemek istersin?
‘Back to the things themselves!’
Eşyalara bir canlılık atfetmiyorum aslında. Bu özellikle kaçındığım bir şey.
Back to the things themselves,Jbunu tekrarlamayı seviyorum. Bumerang gibi şeylere yüklediğim her anlam bana dönecektir.
Bu sorunun yanıtını kitapta arayalım. Back to the things themselvesJ
6. Senin şiirinde “her yerden sızan dünya” ile bir baş etme gücü var. Bunu hep seziyorum. Yazmak sana da bir baş etme toleransı getiriyor mu?
Çok mutsuz ya da kaygılıyken yazamam aslında. O duyguları kitlemeyi sevmiyorum. Onlara kitlenmeyi. Geçmesini bekliyorum. Değiştirebileceğim bir şeyse yazıyorum. Yatıştırabileceğim bir şeyse yazıyorum. Değilse biraz bekliyorum.
Karanlık bir dönemden geçiyoruz, değil mi? Bazen kendimi soyutluyorum. Bir kapsülde yaşar gibi. Güncel olanın beni esir almamasına çalışıyorum. Sürekli aciliyet arz eden bu krizler bazen yaşamayı imkansızlaştırıyor ama yaşamamız lazım.
Her şeyin arka planında dünya var. Öne neyi yerleştirirsek yerleştirelim, bu dünya ve karmaşası arka planda olacak. Bazen arka bazen ön planda.
Ama dünyaya sadece felaketler olarak yaklaşmak istemiyorum. Kötü şeylerin duyguları ve kuvvetleri çok baskın ama yine de bunlara paralel olarak ilerleyen pek çok güzel şey var. Dünya sadece kötülük üretmiyor. Sevdiğim insanlara, sevdiğim şeylere odaklanmaya çalışıyorum.
Bazen bir kitap beni çok mutlu ediyor. Zamanın, dünyanın bir yerinde bir insanın düşündüğü, yazdığı şeyleri okumak, okuduklarımı sevmek, yeni fikirlerle karşılaşmak çok iyi geliyor. Kitapların bu düşünceleri zamanda ve mekanda taşımalarına hayran kalıyorum. Bize çok güzel şeyler bırakmış yazarlar var. Bir tarihte birinin düşündüğü şeyleri okumak çok tuhaf. Tuhaf ve güzel. Antik Yunanı düşün, sadece o dönemde yazılmış şeyler için bile hayata devam edebiliriz.
7.Senin kitapta okura sorduğun soruyu (s:116) sana sormak isterim izninle: “Dünya seni harekete geçirebiliyor mu?”
Hayır, pek değil aslında. Ama tabii yine hareketi ne olarak düşüneceğiz? Kitaptan bir parça. Eylemsizlik ilkesiJ
Galileo’nun eylemsizlik ilkesi,
herhangi bir kuvvet etki etmediği sürece, nesne durgun ise hareketsizliğini korur, hareket ediyorsa hareketini sürdürür. inertia, duran nesnelerin durmaya, hareket eden nesnelerin hareket etmeye eğilimidir.
inertia
hiçbir şey yapmama ya da değişmeden kalma eğilimidir.
8. Kitaptan alıntılandığın bir L. Var. O Lacan mı? Biraz açmak ister misin? Duygularımıza güvenemez miyiz sahi?
Evet, L Lacan. Dünyanın durduğu hissi duyguların ne kadar yanıltıcı olabileceğini gösterir, diyor L. Duygularımıza güvenemeyiz.
Duygular çoğu zaman bizi yanıltır. Olgulara bakışımız hep bir kendilik merceğinden geçtiği ve kendilik her zaman olguları blurladığı ve piksellediği için gerçeği algılamakta yanılgıya düşebiliriz. Düşeriz. Nesnel bir bakış imkansız olabilir. Belki dereceleri vardır ama nesnellik imkansız olabilir.
Kitapta başka bir bölümde gözlemcinin etkisinden bahsetmiştim. Bir durumu ya da olguyu gözlemlemek gözlemlenen şeyi zorunlu olarak değiştiriyor. Gerçekliğe ilişkin doğru bir kanıya ulaşmak istiyorsak gözlemlemenin sonuçları nasıl çarpıtabileceğini dikkate almamız gerekir. Hal böyleyken, dünyayı ve gerçeği algılamaya çalışırken duygularımızı daha ince görmemiz, nelere duygularımızın karıştığını anlamaya gayret etmemiz gerekebilir. Baktığımız ve gördüğümüz her şeye duygularımızı ve dolayısıyla kanılarımızı yapıştırıyor olabiliriz.
Bir Arşimet noktası yakalayamayabiliriz ama ince görmek belki biraz işe yarar.
(Bu arada L, ‘gerçek hep aynı yere geri gelen şeydir’ de diyor. Yani duygularımız ne olursa olsun, ne yaparsak yapalım, değişmeyen ve hep aynı sonucu aldığımız ‘gerçek’ var. Bu başka bir konu.)
9. Sen cin söyleşilerde en çok kimi görmek isterdin?
Görmeyi istediğim çok kişi var. Bekliyorum.
10. Son okuduğun şiir kitaplarından en etkilendiklerini bizimle paylaşmak ister miydin?
Bu soruyu düşündüm aslında. Okuyalı uzun bir zaman olmasına rağmen Selcan Peksan’ın Bitki Kökleri ve İnsandan Sonra kitabı hala aklımda. O kitapta çok zor bir dönemin izleği var.
Yakın zamanda okuduklarımdan ise Fatih Balkış’ın MRKSN adlı kitabını önereceğim. Şiir değil ama deneysel, oldukça ilginç bir kitap. Üstelik bu kitap David Markson gibi çok şaşırtıcı bir yazarı getirdi bana.
Söyleşiyi gerçekleştiren: Anita Sezgener
cin Ayşe 23
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder