BARBARA
KEVLES / Anne Sexton ile söyleşi, The Art of Poetry No. 15
B. K.
Şiir yazmaya başladığınızda
neredeyse otuz yaşındaydınız. Neden?
ANNE SEXTON
Yirmi sekizime gelene dek sos
yapmak ve bebek bezi değiştirmek dışında bir şey yapabileceğini sanmadığım
gömülü bir benliğim vardı. Yaratıcı derinliklerim olup olmadığını bilmiyordum.
Amerikan Rüyasının, burjuvazinin, orta sınıf rüyasının kurbanıydım. İstediğim
tek şey küçük bir yaşam parçasıydı, evlenmek ve çocuk sahibi olmak.
Karabasanların, tezahürlerin, iblislerin, onları alt etmeye yetecek kadar sevgi
olursa yitip gideceğini düşünüyordum. Konvansiyonel bir yaşam sürmek için
elimden geleni yapıyordum, çünkü bu şekilde yetiştirilmiştim ve kocam benden
bunu istiyordu. Ancak insan karabasanları dışarıda bırakmak üzere minik beyaz
çitler öremez. Kabuk, ben aşağı yukarı yirmi sekizime geldiğimde çatladı.
Psikotik bir atak geçirdim ve kendimi öldürmeye kalktım.
B. K.
Ve yazmaya o ataktan sonra mı
başladınız?
SEXTON
Bu o kadar kolay olmadı. Başta
doktoruma şöyle dedim, “Hiç iyi değilim, hiçbir şey yapamıyorum; budala
gibiyim.” Bana Boston’ın eğitim kanalını izleyerek kendimi eğitmemi önerdi.
Zihnimin gayet iyi durumda olduğunu söyledi. Aslına bakarsanız, beni Rorschach
testinden geçirdikten sonra kullanmadığım bir yaratıcı yeteneğim olduğunu
söyledi. İtiraz ettim, fakat önerisini uyguladım. Bir gece, I. A. Richards’ın
eğitim kanalında bir sone okuduğunu ve sonenin biçeminden bahsedişini
duydum. Kendi kendime, “Bunu ben de
yapabilirim, belki; deneyebilirim,” dedim. Böylece, oturdum ve bir sone yazdım.
Ertesi gün bir tane daha yazdım ve bu böyle sürüp gitti. Doktorum, beni daha fazla yazmaya teşvik
ediyordu. “Kendini öldürme,” dedi bana. “Şiirlerin bir gün birine bir şey ifade
edebilir.” Bir amacım olmuştu; küçük bir hedef, yaşamımda yapabileceğim bir şey, ne kadar çürümüş hissetsem de.
B. K.
Daha önce beş dizelik şiirler
yazmamış mıydınız?
SEXTON
Biraz eğlenceli dörtlükler
yazmıştım –doğum günleri, yıl dönümleri için; bazen de hafta sonları için
teşekkür notları. Uzun zaman önce, lisede ciddi şeyler yazmıştım; ancak önemli
şairlerin hiçbiriyle tanışmamıştım, daha önemsizleriyle bile. O okulda hiç kimse şiir öğretmiyordu. Sara
Teasdale dışında hiçbir şey okumamıştım. Başka şairleri de okuyabilirdim fakat
okuldan mezun olurken, annem bana Sara Teasdale’den çaldığımı söylemişti. Onun sözcüklerindeki
bir şey… Üç aydır, her gün bir şiir yazıyordum, ama annem böyle söyleyince
bıraktım.
B. K.
Başta şiirinizle terapiniz
arasındaki ilişki nasıldı?
SEXTON
Bazen doktorlarım bana yaşamıma
katmadığım bir şeyi, şiirimde algıladığımı söylüyorlar. Aslında o şeyi okurlara
açarken, kendimden gizliyor olabilirim. Şiir, bilinçaltım açısından sıklıkla
benden daha ilerde. Bilinçaltı, ona benim hiçbir şekilde bilmediğim küçük
imgeler, küçük simgeler, cevaplar, sezgiler yüklemek için orada. Terapide kişi
bazen gizlenmenin yollarını arıyor. Size bununla ilgili mahrem bir örnek
vereceğim. Üç veya dört sene önce terapistim bana çocukken annemle babamın
cinsel ilişkiye girmesi konusunda ne düşündüğümü sordu. Cevaplayamadım ama orada
aniden bir şiirin türediğini hissettim, ve ben onu bencilce doktorumdan
gizledim. İki gün sonra, o ilkel sahneye kulak misafiri olmayı anlatan “In the
Beach House” başlıklı bir şiirim olmuştu. Şiirde diyorum ki, “Çam ve somyadan oluşan hapishanemde, /
penceremin eşiğinin üstünde, tokmağımın altında, / açık ki onlar / kraliyet
kayışındalar.” Bu küçük hikâyenin meselesi “kraliyet kamışı” imgesidir.
Analistim o imgeden oldukça etkilenmişti, ben de öyle. Fakat onu daha fazla
irdelediğimi anımsamıyorum. Yaklaşık üç hafta önce analistim bana “Çocukken hiç
dayak yemiş miydin?” diye sordu. Ona aşağı yukarı dokuz yaşımdayken dayak
yediğimi söyledim. Babamın kız kardeşime verdiği beş dolarlık banknotu
yırtmıştım; babam beni yatak odasına götürdü, yatağa yatırdı, pantalonumu
çıkardı ve beni bir binici kırbacıyla dövdü. Bunu doktoruma aktardığımda, bana
şöyle dedi, “Gördün mü, bu basbayağı kraliyet kamışı.” O anın yoğunluğunu, o
dayağın cinselliğini, o küçük, mazoşist zaptı, kendi yarattığım imge üzerinden
bana gösterdi—bu öyle klasik bir şey ki, âdeta bir klişe. Belki bu çok mahrem
bir örnek, zira şiir de, terapi de mahremdir.
B. K.
Şiirleriniz terapinizle hâlâ
geçmişte olduğu kadar yakından ilişkili mi?
SEXTON
Hayır. Terapinin konusu eski bir
temaydı-sürecin kendisiydi, “Said the Poet to the Analyst”te olduğu gibi,
geçmişimden kişiler, annemle babamın gerçekte nasıl oldukları, Gotik New
England hikâyesiyle ilgiliydi. Yaklaşık sekiz doktorum oldu, fakat sadece ikisi
önemliydi. İkisi için de şiir yazdım- “You, Doctor Martin” ve “Cripples and
Other Stories.” Hepsi bu kadar. O şiirler, o iki adamla ilgili olmakla
birlikte, o tuhaf süreçle de ilgili. Yeni şiirlerimin, aşk şiirlerimin, yeni
tavırların, muhtemelen çürümüş olan kadar iyi olana dair de bir farkındalığın
sonucu olduğu görülebilir. Süreçte içkin olan, her seferinde ölü bir benliği
soyup çıkaran bir benlik algısının yeniden doğumu.
B. K.
Kimi eleştirmenler çocukluğa özgü
suçluluk duygusunun dehşeti, ebeveyn ölümleri, krizler, intiharlar hakkında
yazabilme yetinize hayranlık duyuyor. İnsan tininin karanlık yanları hakkında
yazmanın özel bir tür cesaret gerektirdiğini düşünüyor musunuz?
SEXTON
Elbette, ama bunu ifade etmekten
yoruldum. Açıkça ortada olan bir şey bu. Yol boyunca uyarılar mevcut.
“Git-çocuklara dikkat-yavaşla.” “İçerisi tehlikeli.” Cevapta sizi bekleyen
dehşetli korku.
B. K.
İnsanlar size ilkel diyor.
Yaşamınızın acı dolu tecrübelerinin böylesine derinine inmek sizin için çok
doğal mıydı?
SEXTON
Dehşete kapılmış bir yanım vardı,
fakat pervasız yanım ilerlemeyi sürdürdü. Yine de bir tarafım yapmakta olduğum
şeyden ötürü dehşete düşüyordu. Bir taraftan boku kazıyor, bir taraftan da
üstünü kumla kapıyordum. Buna rağmen devam ettim. Başka nasıl yapacağımı
bilmiyordum. Bazen, kendi kendini araştıran bir gazeteci gibi hissediyordum.
Evet, belirli bir cesaret gerektirdi bu, fakat bir yazar olarak budala olmayı
göze almalısınız… evet, budala olmak, bu belki de en büyük cesareti gerektirir.
B. K.
Sylvia Plath yazarlığınızı
etkiledi mi?
SEXTON
İlk kitabı hiçbir şekilde ilgimi
çekmemişti. Ben kendi işime bakıyordum. Fakat ölümünden sonra, Ariel’in çıkmasıyla, sanıyorum ondan
etkilendim ama bunu söylemek beni ırgalamıyor. Kitabı, yine özel bir cesaret
sergiliyordu. Oldukça farklı bir şey yapmaya cesaret etmişti. Nefret şiirleri
yazma cesaretini göstermişti, benim yazmaya asla cesaret edemediğim tek şeyi.
Yaşamımda öfkemi ifade etmekten daima korktum. Bence “Cripples and Other
Stories”, bir şekilde nefret şiiri hissi barındırıyor; hiç kimse Plath’ın
“Daddy” şiiriyle karşılaştırılacak bir şiir yazamayacak olsa da. Bu şiirlerde
bir tür cüretkârlık vardı, “Baba, seni piç. Artık seninle işim tamamen bitti.”
“The Addict” şiirinde de onun konuşma ritmlerinden bazıları mevcut. Onun çok
açık konuşma ritmleri vardı, bu bende hep olan bir şey değil.
B. K.
“Bence ikinci kitap, çok çiğ bir halde yazdığım ve başka türlüsünü
de yapamadığım ilk kitabın etkisine ve dürüstlüğüne tam olarak sahip değil,”
demiştiniz. İkinci kitaptan üçüncüsüne, üçüncüden dördüncüsüne gelişiminizden
bahseder misiniz?
SEXTON
İlk kitapta delilik deneyimimi
anlatıyordum; ikinci kitapta deliliğin sebeplerini. Son olarak, üçüncü kitapta
yaşamakla ölmek arasında karar vermekte olduğumu gördüm. Üçüncüde yine budala
olmayı göze alıyordum-küçük bir kamuflajla çiğ, Lowell’ın söylediği gibi
“pişmemiş” olmayı. Dördüncü kitapta sadece yaşamakla, olay yerine ulaşmakla
kalmadım, o eski mucizeyi sevdim de.
B. K.
Vizyonlarınız ne kadar sürüyor?
Nasıl şeyler?
SEXTON
Bunu betimlemek imkânsız. Altı ay,
altı dakika veya altı saat sürebilir. Bir vizyon gördükten sonra nesnelerle çok
yakın bir ilişkide olduğumu hissediyorum. Bu biraz bir şiir yazmaya
başladığımda hissettiğim şeye benziyor; tüm dünya çok keskin, net bir şekilde
belirlenmiş ve ben yoğun bir biçimde canlıyım, sanki elektrik voltajıyla
çarpılmış gibi.
B. K.
Bunu hissettiğinizde diğer
insanlarla paylaşıyor musunuz?
SEXTON
Sadece şiirlerle, başka şekilde
değil. Bunun hakkında konuşmayı reddediyorum, bu yüzden şu anda zorlanıyorum.
B. K.
Dini bir tasavvurla, deliyken
gördüğünüz bir vizyon arasında gerçek bir fark var mı?
SEXTON
Bazen, deliyken görülen, aptalca
ve abestir, halbuki bu dendiği gibi mistik bir deneyimse, her şeyi olmaları
gereken şekilde düzenlersin. Dini deneyimlerimi kimseyle paylaşmadım; ne bir
psikiyatristle, ne bir arkadaşla, ne de bir rahiple, hiç kimseyle. Bu konuda
kimseye açılmadım-ve bu bence çok zor, sizin için sorun yoksa konuyu kapamayı
yeğliyorum.
B. K.
Yani mutlak soruyla, ölümle
yüzleştiğinizde, rahatlığın yumuşamış bir biçimde de olsa, dini mitler ve
fabllardan mı geldiğini söylüyorsunuz?
SEXTON
Mitler ya da fabller değil, ifade
ettiğiniz şekilde fablların kahramanlarıyla kurduğum içsel temas, İsa’ya olan
kendi yakınlığım bana avuntu vermiştir. Bakire Meryem hakkındaki bir şiirimde,
“For the Year of the Insane”de Mary ile konuştuğuma, dudaklarının benim
dudaklarım üzerinde olduğuna inandım; bu âdeta fiziksel bir deneyimdi… pek çok
şiirimde olduğu gibi. O kişiye dönüşürüm.
B. K.
Peki tanıdığınız birinin ölümü mü
sizi vizyon görmeye itiyor?
SEXTON
Hayır, bence kendi deliliğim bunu
yapan.
B. K.
Delirdiğinizde, yaşamı daha mı
berrak algılıyorsunuz?
SEXTON
Evet.
B. K.
Sizce neden böyle?
SEXTON
Tamamen Tanrı vergisi.
Çeviren: Ilgın
Yıldız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder