14 Nisan 2017

BARBARA KEVLES. Anne Sexton ile söyleşi

BARBARA KEVLES / Anne Sexton ile söyleşi, The Art of Poetry No. 15


                                                                                           B. K.

Şiir yazmaya başladığınızda neredeyse otuz yaşındaydınız. Neden?

ANNE SEXTON
Yirmi sekizime gelene dek sos yapmak ve bebek bezi değiştirmek dışında bir şey yapabileceğini sanmadığım gömülü bir benliğim vardı. Yaratıcı derinliklerim olup olmadığını bilmiyordum. Amerikan Rüyasının, burjuvazinin, orta sınıf rüyasının kurbanıydım. İstediğim tek şey küçük bir yaşam parçasıydı, evlenmek ve çocuk sahibi olmak. Karabasanların, tezahürlerin, iblislerin, onları alt etmeye yetecek kadar sevgi olursa yitip gideceğini düşünüyordum. Konvansiyonel bir yaşam sürmek için elimden geleni yapıyordum, çünkü bu şekilde yetiştirilmiştim ve kocam benden bunu istiyordu. Ancak insan karabasanları dışarıda bırakmak üzere minik beyaz çitler öremez. Kabuk, ben aşağı yukarı yirmi sekizime geldiğimde çatladı. Psikotik bir atak geçirdim ve kendimi öldürmeye kalktım.

B. K.
Ve yazmaya o ataktan sonra mı başladınız?

SEXTON
Bu o kadar kolay olmadı. Başta doktoruma şöyle dedim, “Hiç iyi değilim, hiçbir şey yapamıyorum; budala gibiyim.” Bana Boston’ın eğitim kanalını izleyerek kendimi eğitmemi önerdi. Zihnimin gayet iyi durumda olduğunu söyledi. Aslına bakarsanız, beni Rorschach testinden geçirdikten sonra kullanmadığım bir yaratıcı yeteneğim olduğunu söyledi. İtiraz ettim, fakat önerisini uyguladım. Bir gece, I. A. Richards’ın eğitim kanalında bir sone okuduğunu ve sonenin biçeminden bahsedişini duydum.  Kendi kendime, “Bunu ben de yapabilirim, belki; deneyebilirim,” dedim. Böylece, oturdum ve bir sone yazdım. Ertesi gün bir tane daha yazdım ve bu böyle sürüp gitti.  Doktorum, beni daha fazla yazmaya teşvik ediyordu. “Kendini öldürme,” dedi bana. “Şiirlerin bir gün birine bir şey ifade edebilir.” Bir amacım olmuştu; küçük bir hedef, yaşamımda yapabileceğim bir şey, ne kadar çürümüş hissetsem de.

B. K.
Daha önce beş dizelik şiirler yazmamış mıydınız?

SEXTON
Biraz eğlenceli dörtlükler yazmıştım –doğum günleri, yıl dönümleri için; bazen de hafta sonları için teşekkür notları. Uzun zaman önce, lisede ciddi şeyler yazmıştım; ancak önemli şairlerin hiçbiriyle tanışmamıştım, daha önemsizleriyle bile.  O okulda hiç kimse şiir öğretmiyordu. Sara Teasdale dışında hiçbir şey okumamıştım. Başka şairleri de okuyabilirdim fakat okuldan mezun olurken, annem bana Sara Teasdale’den çaldığımı söylemişti. Onun sözcüklerindeki bir şey… Üç aydır, her gün bir şiir yazıyordum, ama annem böyle söyleyince bıraktım.

B. K.
Başta şiirinizle terapiniz arasındaki ilişki nasıldı?

SEXTON
Bazen doktorlarım bana yaşamıma katmadığım bir şeyi, şiirimde algıladığımı söylüyorlar. Aslında o şeyi okurlara açarken, kendimden gizliyor olabilirim. Şiir, bilinçaltım açısından sıklıkla benden daha ilerde. Bilinçaltı, ona benim hiçbir şekilde bilmediğim küçük imgeler, küçük simgeler, cevaplar, sezgiler yüklemek için orada. Terapide kişi bazen gizlenmenin yollarını arıyor. Size bununla ilgili mahrem bir örnek vereceğim. Üç veya dört sene önce terapistim bana çocukken annemle babamın cinsel ilişkiye girmesi konusunda ne düşündüğümü sordu. Cevaplayamadım ama orada aniden bir şiirin türediğini hissettim, ve ben onu bencilce doktorumdan gizledim. İki gün sonra, o ilkel sahneye kulak misafiri olmayı anlatan “In the Beach House” başlıklı bir şiirim olmuştu. Şiirde diyorum ki,  “Çam ve somyadan oluşan hapishanemde, / penceremin eşiğinin üstünde, tokmağımın altında, / açık ki onlar / kraliyet kayışındalar.” Bu küçük hikâyenin meselesi “kraliyet kamışı” imgesidir. Analistim o imgeden oldukça etkilenmişti, ben de öyle. Fakat onu daha fazla irdelediğimi anımsamıyorum. Yaklaşık üç hafta önce analistim bana “Çocukken hiç dayak yemiş miydin?” diye sordu. Ona aşağı yukarı dokuz yaşımdayken dayak yediğimi söyledim. Babamın kız kardeşime verdiği beş dolarlık banknotu yırtmıştım; babam beni yatak odasına götürdü, yatağa yatırdı, pantalonumu çıkardı ve beni bir binici kırbacıyla dövdü. Bunu doktoruma aktardığımda, bana şöyle dedi, “Gördün mü, bu basbayağı kraliyet kamışı.” O anın yoğunluğunu, o dayağın cinselliğini, o küçük, mazoşist zaptı, kendi yarattığım imge üzerinden bana gösterdi—bu öyle klasik bir şey ki, âdeta bir klişe. Belki bu çok mahrem bir örnek, zira şiir de, terapi de mahremdir.
B. K.
Şiirleriniz terapinizle hâlâ geçmişte olduğu kadar yakından ilişkili mi?

SEXTON
Hayır. Terapinin konusu eski bir temaydı-sürecin kendisiydi, “Said the Poet to the Analyst”te olduğu gibi, geçmişimden kişiler, annemle babamın gerçekte nasıl oldukları, Gotik New England hikâyesiyle ilgiliydi. Yaklaşık sekiz doktorum oldu, fakat sadece ikisi önemliydi. İkisi için de şiir yazdım- “You, Doctor Martin” ve “Cripples and Other Stories.” Hepsi bu kadar. O şiirler, o iki adamla ilgili olmakla birlikte, o tuhaf süreçle de ilgili. Yeni şiirlerimin, aşk şiirlerimin, yeni tavırların, muhtemelen çürümüş olan kadar iyi olana dair de bir farkındalığın sonucu olduğu görülebilir. Süreçte içkin olan, her seferinde ölü bir benliği soyup çıkaran bir benlik algısının yeniden doğumu.
B. K.
Kimi eleştirmenler çocukluğa özgü suçluluk duygusunun dehşeti, ebeveyn ölümleri, krizler, intiharlar hakkında yazabilme yetinize hayranlık duyuyor. İnsan tininin karanlık yanları hakkında yazmanın özel bir tür cesaret gerektirdiğini düşünüyor musunuz?

SEXTON
Elbette, ama bunu ifade etmekten yoruldum. Açıkça ortada olan bir şey bu. Yol boyunca uyarılar mevcut. “Git-çocuklara dikkat-yavaşla.” “İçerisi tehlikeli.” Cevapta sizi bekleyen dehşetli korku.
B. K.
İnsanlar size ilkel diyor. Yaşamınızın acı dolu tecrübelerinin böylesine derinine inmek sizin için çok doğal mıydı?
SEXTON
Dehşete kapılmış bir yanım vardı, fakat pervasız yanım ilerlemeyi sürdürdü. Yine de bir tarafım yapmakta olduğum şeyden ötürü dehşete düşüyordu. Bir taraftan boku kazıyor, bir taraftan da üstünü kumla kapıyordum. Buna rağmen devam ettim. Başka nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bazen, kendi kendini araştıran bir gazeteci gibi hissediyordum. Evet, belirli bir cesaret gerektirdi bu, fakat bir yazar olarak budala olmayı göze almalısınız… evet, budala olmak, bu belki de en büyük cesareti gerektirir.

B. K.
Sylvia Plath yazarlığınızı etkiledi mi?

SEXTON
İlk kitabı hiçbir şekilde ilgimi çekmemişti. Ben kendi işime bakıyordum. Fakat ölümünden sonra, Ariel’in çıkmasıyla, sanıyorum ondan etkilendim ama bunu söylemek beni ırgalamıyor. Kitabı, yine özel bir cesaret sergiliyordu. Oldukça farklı bir şey yapmaya cesaret etmişti. Nefret şiirleri yazma cesaretini göstermişti, benim yazmaya asla cesaret edemediğim tek şeyi. Yaşamımda öfkemi ifade etmekten daima korktum. Bence “Cripples and Other Stories”, bir şekilde nefret şiiri hissi barındırıyor; hiç kimse Plath’ın “Daddy” şiiriyle karşılaştırılacak bir şiir yazamayacak olsa da. Bu şiirlerde bir tür cüretkârlık vardı, “Baba, seni piç. Artık seninle işim tamamen bitti.” “The Addict” şiirinde de onun konuşma ritmlerinden bazıları mevcut. Onun çok açık konuşma ritmleri vardı, bu bende hep olan bir şey değil.
B. K.
“Bence ikinci kitap, çok çiğ bir halde yazdığım ve başka türlüsünü de yapamadığım ilk kitabın etkisine ve dürüstlüğüne tam olarak sahip değil,” demiştiniz. İkinci kitaptan üçüncüsüne, üçüncüden dördüncüsüne gelişiminizden bahseder misiniz?

SEXTON
İlk kitapta delilik deneyimimi anlatıyordum; ikinci kitapta deliliğin sebeplerini. Son olarak, üçüncü kitapta yaşamakla ölmek arasında karar vermekte olduğumu gördüm. Üçüncüde yine budala olmayı göze alıyordum-küçük bir kamuflajla çiğ, Lowell’ın söylediği gibi “pişmemiş” olmayı. Dördüncü kitapta sadece yaşamakla, olay yerine ulaşmakla kalmadım, o eski mucizeyi sevdim de.

B. K.
Vizyonlarınız ne kadar sürüyor? Nasıl şeyler?
SEXTON
Bunu betimlemek imkânsız. Altı ay, altı dakika veya altı saat sürebilir. Bir vizyon gördükten sonra nesnelerle çok yakın bir ilişkide olduğumu hissediyorum. Bu biraz bir şiir yazmaya başladığımda hissettiğim şeye benziyor; tüm dünya çok keskin, net bir şekilde belirlenmiş ve ben yoğun bir biçimde canlıyım, sanki elektrik voltajıyla çarpılmış gibi.
B. K.
Bunu hissettiğinizde diğer insanlarla paylaşıyor musunuz?

SEXTON
Sadece şiirlerle, başka şekilde değil. Bunun hakkında konuşmayı reddediyorum, bu yüzden şu anda    zorlanıyorum.
B. K.
Dini bir tasavvurla, deliyken gördüğünüz bir vizyon arasında gerçek bir fark var mı?

SEXTON
Bazen, deliyken görülen, aptalca ve abestir, halbuki bu dendiği gibi mistik bir deneyimse, her şeyi olmaları gereken şekilde düzenlersin. Dini deneyimlerimi kimseyle paylaşmadım; ne bir psikiyatristle, ne bir arkadaşla, ne de bir rahiple, hiç kimseyle. Bu konuda kimseye açılmadım-ve bu bence çok zor, sizin için sorun yoksa konuyu kapamayı yeğliyorum.

B. K.
Yani mutlak soruyla, ölümle yüzleştiğinizde, rahatlığın yumuşamış bir biçimde de olsa, dini mitler ve fabllardan mı geldiğini söylüyorsunuz?

SEXTON
Mitler ya da fabller değil, ifade ettiğiniz şekilde fablların kahramanlarıyla kurduğum içsel temas, İsa’ya olan kendi yakınlığım bana avuntu vermiştir. Bakire Meryem hakkındaki bir şiirimde, “For the Year of the Insane”de Mary ile konuştuğuma, dudaklarının benim dudaklarım üzerinde olduğuna inandım; bu âdeta fiziksel bir deneyimdi… pek çok şiirimde olduğu gibi. O kişiye dönüşürüm.

B. K.
Peki tanıdığınız birinin ölümü mü sizi vizyon görmeye itiyor?

SEXTON
Hayır, bence kendi deliliğim bunu yapan.

B. K.
Delirdiğinizde, yaşamı daha mı berrak algılıyorsunuz?

SEXTON
Evet.

B. K.

Sizce neden böyle?
SEXTON
Tamamen Tanrı vergisi.  


 Çeviren: Ilgın Yıldız

cin ayşe 5, mart 2011

Hiç yorum yok: