31 Mart 2017

Ferah Doğan. Ç


FERAH DOĞAN
Ç

Çarşafı çekiştiriyor. Çoraplarını çekiştiriyor.
Manzarayı çekiştiriyor.
Gözleri, ağzı, saçları yaşatmak için.

Etek bir işaret, bir işaret eklediklerine, çorap
Fermuar, beraber yaşadığımız bu şeyi, saç
Bir tarafından çekiştirdiklerine,
Çekiştirdiğimiz hayatı, ne giymek için,
Ne yapmak için, çekiştirdiğimiz hayatı
Bir fermuarla kapattığın, etek
Girip içinde baktığın, çorap.

Burada işte, koridor gibi uzanıyor
onun kaybetme kokusu.

Başı döndüğünde dünyaya bakıyor
Çoraplarına, eteğine
Başı döndüğünde dünyaya bakıyor
Yere, duvarlara, fayanslara
Dinlenmek için serin ve düz bir yere.

Gözleri, ağzı, saçları yaşatmak için.


31 Mart 2017


29 Mart 2017

Fatma Nur Türk. Gibi Ne Meğer imiş?

FATMA NUR TÜRK
Gibi Ne Meğer İmiş?


Her şey de günah canım referansımız en küçükortak kat. Aramızdaki suyun sızmasını engelleyen şiveli kardeş. Hadi canım amma abarttın ne kadar vakursa bana biraz fazla abarttın gibi geliyor  o kadar anlatım yanlışları. Öçlerden, musluklardan, merhemlerden ve söylenip durmaktan yanlışları.

Görüşmelerimizi müteakip günler hoyrat geçecek. Topladığım nispetlere bakarak yarın kime gideceğim. Kimseye söylediklerini anlamıyor değilim demek istemeyişim sürüp gidecek. Yarın size geleceğim demesin görmek nedir bilmeyen. Konuşmak nedir bilen de demesin. Bir misli genişleyen kafeler başka, görmek başka, konuşmak başka mı kararıyor? Kesik kesik cümle kurdurur ya torunlar, öyle de inanılmaz sayıda başka bitiyor bitişler.  Bakıyor bakan soluk soluğa. Ne de olsa o da kararıyor.

Geçinip giden kankalara gel de inan. Bana anlattıklarına gel de inan. Bağırmaya çağırmaya gelince eh siz de öyle bilin. Arttırabiliyorsan arttır da alkışlayalım geçen seneki heyecanımı. Fitilli havan topu sanıyor özlediğim dünyaları. Her mezunu kutlamak zorunda değilim.  “Öğle”ye “öyle” diyeni  kulaklarımı tıkasam dahi duy duy içime sinmez. Yazarın şu düşüncelerine katılıyor musun, dediğinden bu yana içime sinmez. Dinle beni, oynamıyorum artık görüşmesinden beri içime sinmez.  Hiçbir öğrenci yakalanmadan edemez, hele! Bana diyor ki neden uyduruyorsun, hele!  Münasip bir laf edemedikten sonra erkeğin saçını serbest bırak, denir. Çiçeğe duran böğrünü kurutursan, hataları affeden bir bey gelsin istersin. Merak geçer, ay ve gün geçmez. Merak geçmez, ay ve gün geçer. Kolay bir işi anlatmak için put dikeceksin diktin mi de?  Hayret bir sofra gibidir. Minare gibi uzar gider.

Avemeler boyunca uzanan köpüklü bulutlar.  Üzerinden şöyle bir geçilmiş geçmişi hatırlatan o mimik. Tırmanılabilecek bir mobilium zirvesi.  Tam da sırası gölgelik yer aramanın, sırları döküp saçmanın olduğu için. Castor beni ülke ülke gezdir. Tam da ben de yazın doğan çocuğum sohbeti sırasında sıcak sıcak yanaş yanıma. Harmanımı temizlerim tahılımı yığdır. Uyuzumu kaşı. Benden korkmayanı tanı. Onu benim için tut ve sakla.

Gözlerini benim üzerime dikti mi dikti zillisi. Güçlendi mi otlandı mı ezgiler sıraya kondu mu ne oldu fingirdeşmesi.  Pas. Sıradaki lekeler? Pas. Gülünecek bu şey, ahahah. Ruhum seni özledi, Pas. İlkbaharın taze yeşilliklerinde yaşayan Pollux birlikte gülmüştür, güler. Gürültüyle, geğirtiyle, bir anda kayısı kıvamına gelmiştir, gelir. İçinde çekirdeğiyle birlikte kurutulan Pollux kıvamı. Gel şöyle gel beriye gel kıvamı. Pollux birini onu okumak için kışkırtan bir kitaptır. Gezip görmediğim yerleri görmüş gibi anlatmamdır. Kolaylıkla alışabileceğim yavruağzı bir sırt üstü, vitrin önü ve somya altıdır.

Hangi yüzden son derece dürüst olmamı umuyor ki. Koyulaşan muhabbetti, canımcığım. Olayların çoğusu üzücü, hadi hadi. Hepimizin ortak sorunlarımız var, sıvıların da koyuluğumuz var. Mertebesine göre oturanlar doğal mı araştıralım. Lakapları takılı mı, rivayet olunuyor mu bilelim.  Tayming de tayming. Kaçsa bile ondan kurtulabileceğim zaman yok mu? Herhangi bir şeyin kuru olanına gerçek diyoruz. Kasları sürekli kasılıp kalan bir kadına gerçek diyoruz. Daha gerçekler de var mı yok mu tartışıyoruz. Kartpostaldan güneşim, denizim, teknelerim daha da gerçek.  Buradan bakınca isabetli bir tespit gibi oradaki çamlar. Az biraz gerçek müstakil parklar. Bekçisiz bekçi kulübeleri, karında toplanan sarı sular. Hadi hadi.

Castor & Pollux  -daha doğru olan biçimi-  Castor & Pollux.  Ancak ikisi de kullanılır. Ne zaman incileri dökülür, nerede ipe dizilir muamma. Geceleyin peygamber kıssalar anlatır. Yem torbası elden ele dolaşır. Hasılı keklikler ötüşür de yılanlar tıslar. Zıpır zupur fikir çok uykular kaçırır. Cümleten merhaba yardıma koşmak istemeyişinin öylesine bir sebebi  olanlara.  Ben bu anı daha önce yaşadım zıpçıktılarına. Beni tanıyanlar bilir lakırdısını uzattıkça uzatanlara. Modu çıkmak kadar modu inmek de cesaret değildir.  Mesela ev budur. İğde kokusu da budur.  Sis arttı, cesaret şu kadardır. Neşeliler sokağı buradadır, geberesice düşmanlar arkamdadır. Castor & Pollux etrafına bakmış, uygun yer bulamamıştır. Kişniş tanesi de hem budur hem şudur.  Sırası gelmişken ya topraktır, ya dünyadır.









28 Mart 2017

JOANNE KYGER. Philip Whalen'ın Şapkası / “Şiirde esinlenmeler”


Philip Whalen'ın Şapkası

Sabahın 2:30’unda uyanıp Philip’in şapkasını düşündüm.
            Parlak limon sarısı, çevresinde küçük siperi,
            ve misket limonu yeşili bandı, üzeri
            tropikal meyve baskılı.           
                                                Kazınmış kafasının
            üzerine kurulmuş.  Her şeye ve her bedene büyüklük taslayan.
Kendisi almıştı şapkayı Walgreen'den.
Yani ne yazık ki bir hayranın hediyesi değildi.
Öyle olsaydı, krem rengi giyerdi. Ve elinde çevirmekte olduğu
uzun Budist tahta boncuklu tespih.
Hangi mantrayı okuyorsun diye sordum- bana Zence cevabı verdi
aklı sıra: Sen bunların hiçbirine kafa yorma.
Sen ancak boncuklarla oynarsın.



“Şiirde esinlenmeler”

Rüya:

Bir odanın içi            Dotty’yle bir partiye gitmeye
hazırlanlanıyoruz,
Ducan MacNaughton içeri giriyor ve
“Stephen Rodefer sizi öldürmek için buraya geliyor!
Saklansanız iyi edersiniz” diyor.

Tuvalete kaçıp
Kapıyı kilitliyoruz.

Düşününce
Duncan’ın kendisi ne kadar da tuhaftı.

                                    “Kilisenin kulesinde
                                    sadece bir kişi için yer olur”
                                                            -Robert Frost

 Tekrar basım:Just Space: poems, 1979-1989, Black Sparrow Press, 1991


Çeviren: Anita Sezgener


cin ayşe 4, Beat Kuşağı kadınları dosyasından

24 Mart 2017

Anita Sezgener. Lizbon’dan ‘zehirli rüya’ya yastık

                                     

Alfama

başını koyarsın Emel’in şiirine. Alfama’da bir miradouro’da seyirlik. yokuşlardan gelinen buraya. dar sokaklar, yokuşlar ve “kuş çıkarıp kara kutudan” masanın üzerine koyarsın. sesi sonra gelir. dargınlığın da hoşgörüsü. bir boğulmanın, üstesinden gelmenin şiiri. seni bir sokağa çağırsam gelir miydin? Rua dos Bacalhoeiros’ta kalırsan eğer Casa dos Bicos’a çok yaklaşmış oluyorsun. hani aklında olsun. Fado Müze’sine hemen yanındaki yokuştan çıkabiliyorsun. kaleye, Castelo de Sao Jorge’ye çıkmak istemezsen anlarım. her kale nasılsa korunmak içindir. sen, “İstambol incisi”, en korunmasız dudaklardan en korunmasız elinle çıkıverdin. kalmış bir zaman vardı burada bazen. sen ona sen sevmeyi şiirde yaptın. Eskişehir’den kalkıp Lizbon’a tren garında, Cais de Sodre, sorduğunda Belem hangi tarafta, sen solunda kaldın Mercado’nun. “onca trenden hiçbiri gelmiyor bana” dediğin için kımıldadı tren. inciler hep sendeydi.

burası Belém radyosu

radyo seni çağırıyor. ama planında Belém’e son gününü ayırmak var. bugün bir okurunla buluşacaksın Pessoa’nun kafesi, A Braiseliera’da. yarım saatin var, metro iyi bir fikir olabilir. zehirli rüya yanında. önce varıyorsun, içerinin atmosferini daha çok sevdin, en dipte bir masaya oturdun, porto’nu söyledin Cabo Verdeli garsona.

öz anlatı: kandırıkçı teyyare

geçmiş zaman yakışıyor şiirine. bazen en uzak geçmiş. masa gibi orada. şikayetin şiiri değil. kabul edişin olgun bir meyve olduğu söylenir. Jardim Botanico’ya çok istemene rağmen gidemeyeceğini düşündün, yorgunsun, oysa 1870’lerden ağaçları görmek isterdin. kolonizasyona çok karşısın. bunu tüm okurların biliyor. “o kandırıkçı teyyare” nerede şimdi?

“kimsenin görmediği
yangınız biz”

dünya şiir günü nedeniyle Campo de Qurique’da kurulan fiera do livro poesia yani ikinci el şiir kitabı pazarından sana bahseden kişiye teşekkür ediyorsun. içeriden bir bilgi bu. tramvayın bu hatta güvenli olmadığını söylediler ama sen yılmadın. Tram 28. gölgeler kısalmış. bir şeylerin dışarısı, içerisi. bir soluklanıp espresso içiyorsun. şüpheye yer kalmıyor. dönüp bakmayacaksın. dönüp bakarsan şimdiki kelimeler şimdinin olmayacak.

aktar

şiirdeki gibi bir aktar dükkânı ararken karşına çıkan şey kunduralar ve mantarlar. burada her şeyin mantardan yapılmışı var sanki. bir ağacın kabuğundan. dünya tümden plastikken “Gılgameş gibi bir kent kuruyor aktar”, uykunun içine giriyor sonra, orada senin şiirin var.

“ele geçmezmiş denizin altında gün
sabilerle denizin üstünde yürüdüm”

deniz değil mutlaka biraz Tagus. sonra Atlantik başlıyor. şiirindeki yokuşlar gibi yokuşlar, sendeki zaman-yokuş. kahkahası da olan. camlardan sokak yapsalar. Sé Katedrali Lizbon’un en eskisi. depremlere dayanmış. 9 şapeli var. kiliselere ne rahat giriliyor, şiire girilir gibi. sen hep yardımsever biri oldun. “ben denizi geç gördüm” demiştin ya zaman yankıdı.

“görmedin mi elim rüya içinde”

beklenmiş bir zaman var şiirinde. bunu Ginginja ile taçlandırmalı. Rossio meydanına çıkıp kime sorsan gösterecek likör dükkânını. ne bir sandalye ne de masa, kapısında insan yığını. taneli olanından içiyorsun.
camlar gidiyor. kayboluyorlar. Amalia Rodrigues’in peşinden. yokuş aşağı.
Amalia diyor, elin rüyada ama çekme!

“toprağın hızı vardır yerelmasında
bir salıncağın hızına yaklaşan
ve orada açlığını yatıştıran”

önerildiği için cantinho sao jose’ye gidiyorsun. küçücük bir mekân sokak arasında. sıcak bir karşılama. özel perşembe yemeği… sıcak bir veda. tatlı olarak pastéis de nata’yı tercih ediyorsun. hızını şiirinin hızıyla bir tutuyorsun. biz başımızı koyuyoruz senin şiirine:
“Masumiyet, iplik, tuğla gibi kelimelerle
açıklanabilir bir durum yaratmak istiyorum”


 cin ayşe 15'ten..