Alfama
başını koyarsın
Emel’in şiirine. Alfama’da bir miradouro’da
seyirlik. yokuşlardan gelinen buraya. dar sokaklar, yokuşlar ve “kuş çıkarıp
kara kutudan” masanın üzerine koyarsın. sesi sonra gelir. dargınlığın da
hoşgörüsü. bir boğulmanın, üstesinden gelmenin şiiri. seni bir sokağa çağırsam
gelir miydin? Rua dos Bacalhoeiros’ta kalırsan eğer Casa dos Bicos’a çok
yaklaşmış oluyorsun. hani aklında olsun. Fado Müze’sine hemen yanındaki yokuştan
çıkabiliyorsun. kaleye, Castelo de Sao Jorge’ye çıkmak istemezsen anlarım. her
kale nasılsa korunmak içindir. sen, “İstambol incisi”, en korunmasız
dudaklardan en korunmasız elinle çıkıverdin. kalmış bir zaman vardı burada
bazen. sen ona sen sevmeyi şiirde yaptın. Eskişehir’den kalkıp Lizbon’a tren
garında, Cais de Sodre, sorduğunda Belem hangi tarafta, sen solunda kaldın
Mercado’nun. “onca trenden hiçbiri gelmiyor bana” dediğin için kımıldadı tren.
inciler hep sendeydi.
burası Belém radyosu
radyo seni çağırıyor.
ama planında Belém’e son gününü ayırmak var. bugün bir okurunla buluşacaksın
Pessoa’nun kafesi, A Braiseliera’da. yarım saatin var, metro iyi bir fikir
olabilir. zehirli rüya yanında. önce
varıyorsun, içerinin atmosferini daha çok sevdin, en dipte bir masaya oturdun, porto’nu söyledin Cabo Verdeli garsona.
öz anlatı: kandırıkçı
teyyare
geçmiş zaman yakışıyor
şiirine. bazen en uzak geçmiş. masa gibi orada. şikayetin şiiri değil. kabul
edişin olgun bir meyve olduğu söylenir. Jardim Botanico’ya çok istemene rağmen
gidemeyeceğini düşündün, yorgunsun, oysa 1870’lerden ağaçları görmek isterdin.
kolonizasyona çok karşısın. bunu tüm okurların biliyor. “o kandırıkçı teyyare”
nerede şimdi?
“kimsenin görmediği
yangınız biz”
dünya şiir günü
nedeniyle Campo de Qurique’da kurulan fiera
do livro poesia yani ikinci el
şiir kitabı pazarından sana bahseden kişiye teşekkür ediyorsun. içeriden bir
bilgi bu. tramvayın bu hatta güvenli olmadığını söylediler ama sen yılmadın.
Tram 28. gölgeler kısalmış. bir
şeylerin dışarısı, içerisi. bir soluklanıp espresso içiyorsun. şüpheye yer
kalmıyor. dönüp bakmayacaksın. dönüp bakarsan şimdiki kelimeler şimdinin
olmayacak.
aktar
şiirdeki gibi bir
aktar dükkânı ararken karşına çıkan şey kunduralar ve mantarlar. burada her
şeyin mantardan yapılmışı var sanki. bir ağacın kabuğundan. dünya tümden
plastikken “Gılgameş gibi bir kent kuruyor aktar”, uykunun içine giriyor sonra,
orada senin şiirin var.
“ele geçmezmiş denizin altında gün
sabilerle denizin üstünde yürüdüm”
deniz değil mutlaka
biraz Tagus. sonra Atlantik başlıyor. şiirindeki yokuşlar gibi yokuşlar,
sendeki zaman-yokuş. kahkahası da olan. camlardan sokak yapsalar. Sé Katedrali
Lizbon’un en eskisi. depremlere dayanmış. 9 şapeli var. kiliselere ne rahat
giriliyor, şiire girilir gibi. sen hep yardımsever biri oldun. “ben denizi geç
gördüm” demiştin ya zaman yankıdı.
“görmedin mi elim rüya içinde”
beklenmiş bir zaman
var şiirinde. bunu Ginginja ile taçlandırmalı. Rossio meydanına çıkıp kime sorsan
gösterecek likör dükkânını. ne bir sandalye ne de masa, kapısında insan yığını.
taneli olanından içiyorsun.
camlar gidiyor.
kayboluyorlar. Amalia Rodrigues’in peşinden. yokuş aşağı.
Amalia diyor, elin
rüyada ama çekme!
“toprağın hızı vardır yerelmasında
bir salıncağın hızına yaklaşan
ve orada açlığını yatıştıran”
önerildiği için
cantinho sao jose’ye gidiyorsun. küçücük bir mekân sokak arasında. sıcak bir
karşılama. özel perşembe yemeği… sıcak bir veda. tatlı olarak pastéis de
nata’yı tercih ediyorsun. hızını şiirinin hızıyla bir tutuyorsun. biz başımızı
koyuyoruz senin şiirine:
“Masumiyet, iplik,
tuğla gibi kelimelerle
açıklanabilir bir
durum yaratmak istiyorum”
cin ayşe 15'ten..