TUTKULARININ KARANLIK ORMANINDA SYLVIA PLATH
DİLEK DEĞERLİ
O hırslı, tutkulu, depresif,
uçlarda gezinip hayata tutunamamış kadının en önemli tutkusu iyi şiir yazmak,
diğeri ise ölümünü tetikleyen ama en iyi şiirlerini yazmasına neden olan Ted
Hughes’du. Asıl tutkusu ölümdü belki de. Küçükken babasının ölümüyle başlayan
ve on yılda bir giriştiği intihar denemeleri üçüncüsünde ölümüyle sonuçlandı.
Ölüm hakkında birçok şiir yazdı. ‘Takip’ adlı şiirinde panter sembolünü kullandı;
“İzimi süren bir panter var:/ Bir gün beni öldürecek”. ‘Kim’ adlı şiirinde de; “Bir mumya midesi gibi küflü bir baraka:
/ Eskimiş aletler, paslı testereler. / Ölü kafalar arasındayım burada, evimde.”
diyor, ölümü huzur duyduğu bir ev olarak görüyordu. Çocukluğundan beri ruhunu
saran ölüm bir sanattı onun için. Şiirlerinin çoğuna hakim olan ölüm duygusu
belki de onu özgürleştiriyordu. Günlüklerinden okuduğum kadarıyla Sylvia, gündüşünün
yanı sıra uykusunda da çok fazla düş görüyordu ve şiirlerinde o düşlerin izleri
görülüyordu. Bir düşünde mavi bir bebek ya da sakat bir bebek doğuruyor ama ona
göstermiyorlardı ve hastanede ölüyordu. Diğer bir düşte lolipop büyüklüğünde
kırmızıya boyanmış, kurumuş kafalar görüyordu. Smith Kolej’inde okurken de ölüm
girdabı onu içine çekmeye çalışıyordu; “Korkuyorum. Katı değilim, içim boş.
Gözlerimin ardında uyuşmuş, felç olmuş bir mağara, bir cehennem kuyusu, alaycı
bir hiçlik duyumsuyorum. Hiç düşünmedim. Hiç yazmadım, hiç acı çekmedim. Canıma
kıymak istiyorum, sorumluluktan kaçmak, aşağılık bir yaratık gibi sürüne sürüne
dölyatağına dönmek istiyorum.”(1)
“Üç Kadın” adlı uzun şiirindeki şu dizeler
ölüme duyduğu sevginin en açık kanıtıdır;
“Bahçesiyim ben siyah ve kırmızı acıların. İçiyorum onları
Tiksinerek kendimden, tiksinerek ve korkarak.
Kavrıyor sonunu şimdi.
Dünya ve
kolları sevgiyle açılmış, ona doğru koşuyor.
Her şeyi
hasta eden ölüm sevgisi bu.
Gazete
kağıdını lekeliyor ölü bir güneş kırmızı.
Yaşam
üstüne yaşam yitiriyorum.
İçiyor
onları karanlık yeryüzü.” (2)
(Çev.;
Gürkal Aylan)
Sylvia, günlüklerinde
kendini çekici bir kadın olarak anlatıyordu. Ted’i iri bir yaratık olarak
görüyordu. Bazı şiirlerinde baba ve koca figürlerini birleştirdi.
Çocuklarını ise ‘Laleler’ şiirinde
“küçük gülümseyen kancalar” a benzetti. Sylvia orta sınıftan geliyordu, Ted ise
yoksul bir ailedendi. Karanlık tanrılara, şamanlara ve yıldızların zararlı
etkilerine inanıyordu. Başlangıçta bu inançlar Sylvia’ya doğal gelmese de
zamanla Ted’den bazı şeyleri hırsla öğreniyor ve uyguluyordu. Ouija tahtası
denilen harflerin ve sayıların bulunduğu tahtada ruh çağırma seansları
yapıyorlar, birbirlerinin yıldız fallarını okuyorlardı. Çocuklarını doğururken
Ted’in onu hipnotize etmesine izin veriyordu. Ted şiirlerinde de mitolojik
kargalar ve hayaletli kırları yazıyordu;
“Konuşmayı öğretecekti Tanrı Karga’ya:
“Sevgi” dedi. “Sevgi, de.”
Karga ağzını açtı ve bir köpekbalığı indi denize,
Dibe doğru yol aldı, kendi derinliğini kavrayarak.”(3)
Ted’in şiirlerinin çoğunda doğa ve gizden
doğan bir romantizm vardı. Sylvia’nın şiirlerindeki karanlık onun şiirlerinde
de olmasına rağmen sonunda umuda aralık bir kapı ve güneş ışığı vardı. Sylvia
için yazmak öfkesini, düşlerini boşalttığı bazen kırmızı bazen siyah bir terapi
deniziydi. Tanıştıklarında Ted için Sylvia “güzel, güzel Amerika”ydı.
Sylvia ise kendini; “şekil değiştirmiş/
ince yapılı ve taze ve çıplak / başını sallayan ıslak menekşe dalı” olarak
görüyordu. Sylvia Ted’le birlikteyken ilişkilerini günlüğünde dile getirdi;
“Mucize gibi, olanaksız olana, olağanüstü olana sahip olduğumu duyumsuyorum-
Ted’le kusursuz bir biçimde o gülünç şarkıdaki gibi beden ve ruh olarak
kusursuz bir bütünüm- mesleğimiz yazmak, sevgimiz birbirimiz için, dünya keşfetmemiz
için önümüzde açık… Temelde yalın, kolay kanar, kadınca, sahiplenilmekten, ilgi
gösterilmekten hoşlanan biriyim – ama güçsüz, sahte, ruhsal bakımdan hasta olan
herkesi zihnimle, buz gibi, bakışlarımla öldürürüm- öyle de yaptım.
Gereksinimlerimiz – yalnızlık, dinginlik, uzun yürüyüşler, iyi et, bütün
günlerimizi yazmaya ayırma- az sayıda ama hiçbir şeyi dış görünüşe bakarak
ölçmeyen iyi dostlara duyduğumuz gereksinimler- bütün bunlar birbiriyle uyuşuyor,
karışıyor. Cinlerimle meleklerim doğru yoldan sapmaktan korusun beni,
saçlarımız ağarıncaya, yaratıcı usa ulaşıncaya dek uzun yaşayalım ve bir ışık
parıltısında birbirimizin kolları arasında ölelim.”(4) Bir başka günlüğünde
“Onunla birlikte yaşamak, sonsuza dek süren bir öykü dinlemek gibi: kafası
bugüne dek rastladığım en büyük, en imge dolu kafa.”(4) diyordu. Sylvia ve Ted yazdıkları şiirleri birbirlerine
okuyup eleştiriler, önerilerle birbirlerinin sanatını beslemeyi biliyorlardı.
Ted’in şiirlerini, yazılarını daktiloya geçme işini Sylvia severek yapıyordu.
Zaman zaman Ted ona şiir konusu veriyordu. Onu yaşama bağlayan bir güçtü Ted.
“Sanırım, onun sıcaklığında, varlığında, onun kokuları, sözcükleri için
yaşamalıyım – sanki duygularım istemeksizin onunla besleniyormuş, ondan birkaç
saatten fazla yoksun kalırsam, halsiz düşer, kurur, dünya için ölürmüşüm gibi…”
(5). Sylvia, bazen yazdığı şiirleri çok beğeniyor bazen de yerden yere
vuruyordu; “ Şiirlerim tek bir iz üstünde, tek boyutlu başlıyor, hiçbir zaman
şaşırtıcı, sarsıcı olmuyor, pek de haz vermiyor hatta. Dünya tümüyle dışarıda
bırakılmış. Dünyanın eleştirisinin bir amacı vardı: gereğinden çok düş, gölgeli
yer altı dünyaları.”(6)
Paris Review’de 1995 bahar
sayısında yayınlanan bir söyleşide Ted’in Sylvia ile kendi sanatı hakkında
söyledikleri; “Bana göre, doğal olarak o yalnızca kendisi değildi: o
Amerika’ydı ve Amerikan edebiyatıydı. Ben ona göre neydim bilmiyorum.
Koskocaman klasiklerden başka – Tolstoy, Dostoyevski ve başkaları – geçmiş
okumalarım onunkinden tamamıyla farklıydı. Ama zihinlerimiz kısa zamanda bir
çalışmanın iki bölümü haline geldi. Birçok pay çıkarılan ya da tamamlayıcı
düşler düşledik. Bizim telepatimiz saldırgandı. Dizelerimizin fazlaca yer
değiştirip değiştirmediğini bilmem, eğer o şekilde birbirimizi etkiledikse- ilk
günlerde olmadı. Yöntemlerimiz farklıydı. Onunki keskin nesne ve doğru sözcük
yığınını toplamak ve bir örüntü oluşturmaktı; örüntü, içinden derin bir yerden
fırlatılmış oluyordu. Açıkça geliştirilmiş efsane, mitoloji öyküsünden
tasarlanmıştı. Benim metodum, bir ipliğin ucunu bulmak ve saklanmış bir
arapsaçının dışına çekip çıkarmaktır. Onun yöntemi daha çok ressamcaydı,
benimki daha çok öyküydü, belki de. Birlikte olduğumuz zamanın tümünde
birbirimizin dizelerine her aşamasında
baktık - Ayrıldıktan sonraki (Ekim 1962) Ariel’deki şiirlere kadar.”
Ted, bir kadın için Sylvia ve
iki çocuğunu terk edince daha doğrusu evden kovulunca Sylvia onun
müsveddelerini aldı, onları masasındaki tırnak ve kepek döküntüleriyle
karıştırıp bir cadı ritüeli olan şenlik ateşinde yaktı. Alevler sönünce, tek
bir kağıt parçacığı ayağının üstüne düştü. Kağıdın üzerinde Ted’in birlikte
olduğu kadının adı vardı; Assia. Sylvia için yaşamının en önemli kaynağı kurumuştu.
Ama yazmak onu kısa bir süre intihardan koruyabildi. Ona göre şiirler anın
anıtlarıydı. Eleştirmenlere göre en iyi şiirlerini o gittikten sonra yazdı. Bu
şiirler Ariel adlı kitapta toplandı. Bu son şiir kitabında Ted’in önerdiği gibi oto-kontrolu bir kenara
bırakıp, her çağrışımı, olayı, şiir yazmak için bir uyaran olarak gördü. İlk
şiirlerinde uyak, ölçü vb. görsel özellikler ağır basarken, son dönem şiirleri
ses ağırlıklıydı. Şiirlerini teknik bir deneyimle değil içsel dünyasını
araştırarak cinleriyle yüzleşerek, dehlizlerinde gezinerek yazıyordu. Bir
söyleşisinde, son şiirlerini yazarken yüksek sesle okunur olmalarına dikkat
ettiğini söylüyordu. Ted’den ayrıldıktan sonra 12 Ekim 1962’de annesine yazdığı
bir mektupta “Tek elimde kalan Ted’in yazdıklarına olan aşk ve hayranlıktır.
Onun bir dahi olduğunu biliyorum bir dahi için bir bağ ya da sınır yoktur… Hendeğe
yuvarlanmış olmak yaralayıcı. Ama tanrıya şükür ki kendi işimi yapıyorum.
Gündoğumundan bebekler uyanana dek yazıyorum, günde bir şiir ve müthişler.”(7)
diyordu. Son şiirlerinden biri olan “Sözcükler” adlı şiirinde onu yaşama
bağlayan sözcükleri de yetersiz görmeye başladığı açıktı;
Sözcükler kuru ve sürücüsüz,
Yorulmak bilmeyen toynak
vuruşları.
Sabit yıldızlar havuzun
dibinden
Yönetirken bir hayatı.
(Çev.; Dilek Değerli)
“Plath’ın narin, incinebilir ruhani varlığı ve her şeyin sürekli
kirlenişinin iç karartıcı bir şekilde farkında oluşu, onu ölüme
sürüklemiştir.”(8) diye yazdı Nilgün Marmara. Üçüncü intihar denemesi ölümle
sonuçlanmıştı. Sylvia’nın intiharına neden olduğu için Ted sürekli suçlandı.
Yıllarca suskunluğunu koruyan Ted, ölmeden önce 1998’de 88 şiirlik “Doğumgünü
Mektupları”nı yayınladı. Sylvia’yla yaşadıkları hakkında ve onun ölümüne
duyduğu tepkiyi yazdı. Belki de vicdanını temizlemek için yazmıştı. Bu kitabı
çocuklarına (Frieda ve Nicholas) adadı. Balıkçılık ve okyanus bilimleri
profesörü olan oğulları Nicholas Hughes 47 yaşında Alaska’daki evinde kendini
astı. Ted “Ölümden Sonra Hayat” şiirinde “Öldükten sonra bilmediğin hayata dair
ne anlatabilirim sana?” diyordu Sylvia’ya. Yine aynı şiirde oğulları için
“ıslak mücevherler oluştu / en saf acının en zor varlığını / yüksek beyaz
sandalyesinde beslerken” diyordu. Sylvia Plath “Nick ve Şamdan” şiirinde oğluna
“ambardaki bebeksin” diyordu. Ted Hudges’un ölümünden sonra ortaya çıkarılan
“Son Mektup” adlı şiiri Sylvia Plath’ın öldüğü gecenin sabahı yazılmıştı.
Şiirde bir iç hesaplaşma, öfke, suçluluk duygusu, itiraflar ve birlikte
yaşadıkları son anılar yer alıyordu. “O gece neler oldu, o son gece?” diye
başlayan şiirin son dizeleri; Sonra özenle seçilmiş silaha benzer bir ses/ Ya
da dozu belli bir enjeksiyon,/ Soğukkanlılıkla akıttı iki sözcüğü / Kulağımın
derinliklerine: “Karın öldü.” idi.
“Aşkı, acıyı, deliliği
yaşadım ben, bu yaşantıları anlamlı kılamazsam, hiçbir yeni yaşantının yardımı
olmaz bana” (9) diyordu Sylvia günlüğünde. Bu yaşantılar senin yazdıklarında
anlam kazandı. Sevgili Sylvia, ‘sevgili arsız ölüm’ünü kucaklasan da,
“Ölümsüzdür bir ağaç, benimle kıyaslarsan” desen de yazdığın şiirler ormanında
baykuşların, zambakların, panterlerin, gelinciklerin, yılanların,
karaağaçların, kaplanların ve nergislerin
arasında diriliyorsun kızıl saçlı hiçlik düşesi.
KAYNAKÇA:
-
(1) Sylvia Plath’ın Günceleri, Sylvia Plath, Çeviren:Şadan Karadeniz,
Oğlak Yayıncılık, 2000, s.84
-
(2) Üç Kadın, Sylvia Plath, Çeviren: Gürkal Aylan, Artshop Yayıncılık,
2006, s.28
-
(3) Seçilmiş Şiirler, Ted Hughes, Çevirenler: Şavkar Altınel, Roni Margulies,
Adam Yayınları, 1987, s.44
-
(4) Sylvia Plath’ın Günceleri, Sylvia Plath, Çeviren:Şadan Karadeniz,
Oğlak Yayıncılık, 2000, s.265,266
-
(5) a.g.e., s.277
-
(6) a.g.e., s.363
-
(7) Letters Home, Sylvia Plath, HarperPerennial, 1992, s.467
-
(8) Sylvia Plath’ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi, Nilgün
Marmara, Everest yayınları, 2006, s.22
-
(9) Sylvia Plath’ın Günceleri, Sylvia Plath, Çeviren:Şadan Karadeniz,
Oğlak Yayıncılık, 2000, s.410