SUSAN HOWE ile söyleşi : Açık bir arazi
Poets.org: Daha çok kocanızın
yani felsefeci Peter H. Hare’in ölümü
üzerine olan, That This isimli
kitabınızda, “Sanat bir muammadır, ustalaştırın formunu”, diye yazmıştınız. Bu
kitabı yazarken biçimle keder arasındaki bağlantı için ne düşünüyordunuz? Ve
aynı zamanda kişisel üzüntü ile yas arasındaki ilişki için ne düşündüğünüzü de
çok merak ediyorum.
Susan Howe: “The Noble Rider and the Sound of Words"de, Wallace Stevens şöyle der: “Bir
şairin kelimeleri kelimeler olmadan var olmayan şeylerden yapılmıştır.“ Ve de
şöyle: “Şiir kelimelerdir ve her şeyin üzerinde kelimeler şiirin içindeki seslerdir.”
“Artifice (Sanat yapıtı) güzel bir kelime. Üç hece de müzikli: ciddi, keskin ve
narin. “Artifice”, Ariadne’nin bağlantı ve birleşim ipliklerini yaratıyor.
Bir cümlenin
ya da dizenin ya da paragrafın çıkardığı sesle öyle ilgiliyim ki maddi hatalar
yapacak olsam da çok farketmiyor. Sayfaya bakarken kafamdaki kelimelerin
sesleriyle o kadar meşgulüm ki aralarındaki aural kimya, kapsayıcı bir güce
dönüşüyor. Anlatmaya çalıştığım oküler ritmi yakalayanlardan biri Emerson.
Emerson için nesir şiirdir. Neredeyse
her zaman onun dizeleri daha az aktif bir ses aralığında bestelenmiş gibidir.
Onun için nesir nerede ise hayat da oradadır. Neden buna nesir diyorum ki?
Bazen de Stevens tam bunun karşısında durarak en önemli şiirlerinden bazılarını
felsefi denemelere çevirir. Henry James, son kitabında dili paragrafın
kırıldığı bir yere taşımıştır. Bunu derken neyi kastettiğimi tam da bilmiyorum:
Sanki nesir parçası sayfanın üzerinde bir dam açar ya da bir dul.
Oğlumun düğün
gecesinde Peter gayet sağlıklı bir şekilde uyumaya gitti ve uykusunda öldü.
Yani keder biçimsiz bir felaket ve şok ile birleşti. Sarsılmıştım ve bir daha
yazamam diye düşünüyordum. Bazen bilgisayara gidip günlük tarzında küçük notlar
aldığım oluyordu. Birkaç ay sonra bu düzensiz notların çıkışını alıp onları
tutarlı bir anlatı haline getirmeyi düşünmeye başladım, C.S. Lewis’in A
Grief Observed’ünü okumak bana çok
yardımcı olmuştu. En yakın yoldaşınızın kaybının bir kefareti
olmalıydı. Kefaret dememin nedeni sağ kaldığım için suçluluk duymam. Lewis’in
yaptığı gibi dine de sığınamazdım, inancın esas lirizmi benim için
“tasarlanmış, kavranmış, yapıcı hünerle doğmuş” sanatın ve yapıntının gizemidir
ve bu kendi ayinini getirir. Keats‘in kasideleri The Song of Songs kadar kutsaldır, Walt Whitman‘ın "Out of the Cradle Endlessly Rocking"i de öyle.
Hart Crane‘in “The
Broken Tower"ı, Stevens’ın “The River of Rivers in Connecticut"ı ve hatta Finnegans Wake’in son sayfaları.
2007’de
Jonathan Edwards ve Wallace Stevens üzerine yazdığım bir deneme üzerine
çalışıyordum. Souls of the Labadie Tract’in son şiiri, “Fragment of the
Wedding Dress of Sarah Pierrepont Edwards”ı Yale’deki Beinecke Kütüphanesi’nde Jonathan Edwards’ın elyazması koleksiyonunu
gördüğümdeki heyecanıma tercüman olmuştu bir şekilde. Jonathan’ın ölümü üzerine
Edwards’ın kızı Esther’e yazdığı mektubun transkripsiyonu bilgisayarın
üzerindeki duvarda asılı duruyordu. Bir önsezi gibiydi. Üzünç ile sanat yapıtı
arasındaki ilişki, çalışmanın yaşam amacınız olması ve devam etmek için tek yol
olmasıdır. Kütüpheneye döndüm ve başlığı “Efficacious Grace” olan üç taslağı da
dikkatle inceledim. İki tanesi Edwards’ın
karısının ve kızlarının yelpaze yapmak için kullandıkları yarı dairesel ipekli
kâğıt artıklarından yapılmışlardı. Küçük oval kitapları açıp baktığınızda -papazın
örümceksi ellerini deşifre etmeden ama- kalem vuruşları iplik dikişlerini
andırıyor ve metin hassas dokulu yüzeyde akarken mesaj içinde mesaj içeriyor.
Sanki yüzey ve anlam tek işlemde canlanıyor, ustalık iş başında, sanat yapıtı
iş başında.
Poets.org: Özellikle That
This’te kullandığınız kolaj tekniğini göz önünde bulundurarak, bize yazma
sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Howe: Bir gün “Wetmore,
Hannah Edwards, 1713-1773” başlıklı bir dosya buldum, içinde Jonathan’ın kızkardeşinin
“kişisel yazıları”nın bir kopyası vardı, kızı Lucy Wetmore Whittelsey’deydi.
Lucy’nin transkripsiyonu, (amcasının ya da annesinin elyazısından daha
okunaklıydı) in medias res, 55.6. mezmurdaki bir pasajla açılıyor: “Oh that I had wings like
a dove! [for then] would I fly away, and be at rest.” Bu taslakların -bir sesi
tanımak için sınırlı kalsalar da, saman kağıda yazılmış bu ilk “Oh” sözcüğünün
yarattığı akustik şok, yazarın
belirtmediği bir yaşta, annesinin anlatısının bir kopyası ama aynı
zamanda eski bir itirazın kopyasıydı ve rahatlamak içindi- telepatik bir gücü
vardı. Eve gelip, kütüphanede yaptırdığım transkripsiyonların çıkışını aldım ve
sonra çok amaçlı kopya kağıdı, makas, “görünmez” seloteyp ve Canon PC170
fotokopi makinesi kullanarak, onun “kişisel yazılar”ından fragmanları diğer
metinlerle karıştırarak kolajladım.
Poets.org: Şairler işlerinde
tarihi kendi kişisel tarihleriyle örüyorlar. Sizin son kitabınızda da sıkça
yaptığınız gibi. Siz şiir yazmaya başladığınızdan beri şair olmanın anlamı
değişti mi sizce? Şöyle sorayım, günümüz kültüründe şairin yerini nasıl
görüyorsunuz?
Howe: Seneler geçse de
değişmeyen, sanatın bir meslek değil bir çağrı olduğunu düşünmem. Ben “şiir”
yerine “sanat” diyorum çünkü benim esinlendiğim işler Black Mountain College’in
ilk dönemi, New College, San Francisco ve St. Mark’s Poetry Project’in ruhunu
taşıyan yerlerden geliyor, diğerlerine göre onlar 1960’larda ve 70’lerde
disiplinlerarası işbirliklerine açıktı, risk alıyorlardı ve sınırları
zorluyorlardı. Sonraları ben sayfayı açık bir arazi gibi düşündüm-onun üzerinde
kelimeler, duymanın ve görmenin anlık füzyonuydu. Şu an azaldı, yıllar içinde
daktilo ve Xerox makinalarından bilgisayar teknolojisine radikal bir geçiş
olduğundan muhtemelen.
University of
California Press’in yeni bastığı H.D.
Kitabı’nın ertelenmiş baskısında, Robert Duncan bize şunları anlatır: “Şiir
sanatının gizi, tempo tutmasında yatar… Tempo tutmak, melodik uyumun dizelerini
keşfetmek ve tasarlamaktır.” Bunu 1961’de yazmıştı. 1949’de W.C. Williams ‘ın Paterson’ının 3. Kitabında (yaşlandıkça daha da gözüpek ve rahatlatıcı bulduğum
bir çalışma) haykırdığı gibi: “Güzelliğin rigoru bir arayıştır. Ama
zihinde kilitli kaldığı sürece nasıl bulacaksınız güzelliği?” 2011’de duyup
durduğum şiire ilgi olmadığı ve pazarının pek olmadığı. Bu beni korkutmuyor.
Şiir, bitişlerin, artlamaların ve ayrıklığın algısında kurulduğu için otoriteye
bir başkaldırı ve gelmemiş bir geleceğe yatırımdır.
Poets.org: 40 yıldır süregelen bir teknolojik geçişten
bahsettiniz. “Sayfa açık bir araziydi
ama artık pek öyle değil” derken ne demek istediniz? İnternet, sosyal ağlar ve
blog kültürü bugün birbirine geçti. Buraları yazarlar açısından risk alıp
sınırlarını zorlayabilecekleri yerler olarak görüyor musunuz?
Howe: “Sayfa açık bir
araziydi” derken aklımda Charles Olson’ın “Projective Verse” makalesi vardı.
Olson burada der ki: “ [Bir yazar] ne zaman ki FIELD COMPOSITION’a teşebbüs
eder
-kendini açığa
koyar- bir şiirin el altından kendi için beyan ettiğinden başka hiçbir yolun altına girmez.” Olson şu günlerde gözden
düşmüştür ve bu çok kötü. The Cape Golliard Press’in 1968’te bastığı Maximus
Poems IV, V, and VI’yla
ilk karşılaşmamın heyecanını hatırlıyorum. Olson için hece ile dize yapar şiiri-
ben bu ikisine kenar boşluğunu da eklerim.
Wallace
Stevens, “Şiir bilgelerin sanatıdır”, der. Olson ve Ives (işlerini sevdiğim
diğerlerinin arasında) bilge sanatçılardır. Kültürümüzde bu, risk almaktır. Maximus
belgelerin, tarihlerin, yerel efsanelerin ve alıntıların, gücü ve barışı ifade
etmek üzere ardışık bir şekilde düzenlenmesidir. Charles Ives, The Concord
Sonata gibi işlerinde ses
alıntılarıyla benzer bir görsel yoğunluk yaratır.
Emily Dickinson 1830’da
doğdu, yani yazdığı yıllar daktilonun icat edildiği ve yaygınlaştığı yıllardı.
Son fragmanlarında ve taslaklarındaki ısrarcı kurşun ve mürekkepli kalem vuruşlarına
bakıyorum da; her kelimenin, hecenin, imla işaretinin, harflerin şekillerinin
farklı oluşuna ve birbirlerini nasıl takip edip nasıl kesildiklerine. “Bir
Sözcük Denizden geliyorsa su baskınıdır- Peter Denizaltı Dalışında büyük risk
aldı”, diye yazmıştı bir keresinde.
Bilinmeyen bir
alıcıya gidecek bir mektuba katmadan önce cümleyi bir küçük kâğıda müsvette
ederdi. Aklı (alışkanlığı) anlık spontan duygulanımın kuralsızlığına karşı
organize etme sağduyusuna sahipti. Şiirde bunlar birbirine zıttır ama birbirine
ihtiyaç duyar. Bir şair dilin kendi doğasının içine dalıp gider, sözcüklerin mesafesine
ve yakınlığına. Belki de son taslak ve fragmanlarında tekrarlayan işaretler,
çarpılar, vuruşlar, darbeler, yuvarlaklar, tireler ve boşluklar yeni bir şey
için zemin hazırlayan arkaik bileşimsel kaynaklardır.
Ben bilgisayarın
ve internetin olmadığı bir hayat düşünemiyorum. Daha genç sanatçılar
sınırlarını denemek ve risk almak üzere oradalar. Elektronik teknolojilerin
evrimi yeni metinsel reprodüksiyon ve
sunum biçimleri sunuyor. Bu yaklaşım ve önerme çeşitliliği metin editörlüğünün
teorisi ve pratiği düşünüldüğünde bir gün Emily Dickinson ya da Charles Sanders
Peirce gibi bazı yazarların ihtilaflı taslaklarının yararlı baskılarının
yapılacağı konusunda bize umut verebilir. Bu sevindirici olurdu. Alıntı (orijinalini görmek kadar güzel
bir şey olamaz): bu hayalle gerçek arasındaki ilişki. Hayatının büyük bir
kısmında benim gibi daktilo kullanan biri için (büyük harf tuşu, silindir, yazı
kutusu, yazıcı kafası, kapıda çarpan tuşlar). Hâlâ bir kitapta sesin bu kadar
kısıtlı, yazı biçiminin bu kadar abartılı olmasına, ve kâğıttaki boşlukların
sessizliğiyle ilişkisine şaşarım.
Poets.org: Şiirin araçsal
özgüllüğü ve hazzın nerede devreye girdiğiyle ilgili son bir soru sormak
istiyorum: Sizce anlam yaratma aracı olarak dil, müzik ve görsel sanatlardan
çok farklı bir aklı ve duyumu mu gereksiniyor? Yani sizce şiir bir sanat formu
olarak biricik mi?
Howe: Şairler için, üretken
ve beklenmedik yollarla bazen internet virtüözlük karşıtıdır, virtüözlük
geçmişin gerçekliği. Üzülerek, dünde doğdum ben, yani, bir önceki soruyu
yanıtlarken sanırım dijital çağın sanat biçimleri arasında işbirliğinin yeni
heyecan verici olanaklar sağlayabileceğini tam açıklayamadım. Birbirine hiç
benzemeyen pratikler arasında yeni ilişkiler doğacak, biz hemencecik oradaki
devamlılık yasasını kavrayamayacak olsak da. Ben sözcüklerin vezin ve melodi yoluyla elektriksel olarak
bağlandığını biliyorum, ve son zamanlarda besteci David Grubbs’la birlikte
yaptığımız projelerden sonra müziğin sonik dijital manifestasyonun kapsamı
genişledi ve değişti benim için.
Felsefeci
Charles Sanders Peirce, etki ve his anlamında haz üzerine bir grup makalesini Chance,
Love, and Logic başlığı altında topladı. Bence bu başlık şiiri kuşatıyor.
Şiirler aynı anda hem kasıtlı, hem sezgisel. Uygulanma biçimi deneysel bir
ruhla yapılmış, şansın yarattığı düzene açıklık. Kelimeler görsel olarak somut,
somut olarak ise duyulabilirler. Bir şair ses, görüş, fikirler ve ritmin
birleşik duygusuna teslim olur. Tek tek kelimeler ve cümle kümeleri direk
olarak istemsiz hafızayı etkiler.
İstemsiz hafıza açık, söz öncesi ve yatıştırıcıdır. Jonathan Edwards’ın
tanımıyla “etkilenme” aklın belli bir objeye tutkusudur ama gerçek varlığı
olmadan. Kelime objeyi karşılar. Yani seçeceğiniz kelimeler kusursuz olmalıdır.
Dünya dil ile şarj oluyor, ve ben bir şair olarak bu mantıkla hareket ediyorum.
Tabii ki dil algıdan ayrılamaz. Tekil kuvvetlerin oraya buraya saçılmasının
görünür efekti budur ve aynı zamanda açıklığın ve kapalılığın dengesi, anlık
tezahürler, insan sesleri, cevaplanmamış sorular arasında yoğunlaştırılıp sıkıştırılmıştır.
Yıllar önce bir
arkadaşım bana bilgisayarın solundaki duvara iliştirdiğim bir reprodüksiyon kartpostal
vermişti, yazarken hep ona bakıyorum. J.M.W. Turner’ın “The Angel Standing in
the Sun”dan bir detay. Emily Dickinson Ruskin’in Modern Painters’ını
okuyup “Master Letters”larına oradan bir pasaj koymuştu. Turner’ın bu kocaman
gökyüzü çizimlerinin Ruskin’in tanımıyla bir detaydan kararsız bir tezahüre
geri düştüğünden eminim. Bu onu en son işlerindeki yazı-çizimleri için
yüreklendirmiş olmalı. Bu renkli fotoğraf reprodüksiyonunda Angel of Revelation
sağ elindeki kılıcı sallıyor. Sonsuz
ışıktan gözleri kamaşmış. Yolculuk ediyor olabilirdi belki… ”Out upon Circumference—Beyond
the dip of Bell—.”
Sonuç olarak,
şiirde neyin biricik olduğu sorusu beni
Peirce’ın “Love in a Universe of Chance”in dairesi üzerine düşüncelere
geri götürdü ve Hart Crane’nin “Broken Tower”ındaki görsel aşk ortaklığına. Bu
gökyüzü değil, yalnızca gökyüzünün sözcükleri.
Yüzeyde bir
taklit: Çizili bir ikona ya da yazılı bir işaret. Zamanı yakalamak için-ölçmek için. öyle ya da
böyle. İsabet et ya da ıskala-aşkın gözüne hedeflenmiş bir ok.
Çeviren: Anita Sezgener
cin ayşe'nin güz 2015 14. sayısında yer almıştır.