29 Ağustos 2015

LYN HEJINIAN’LA KISA BİR SOHBET



VICKI HUDSPITH

Vicki Hudspith: Geçen yazki mektubunda New York’un “günümüzdeki savaşı” gibi olduğunu yazmıştın. Hala öyle mi?

Lyn Hejinian: Daha iyi kesinlikle! (kahkaha) Birkaç ay hiçbir iş yapamadım. Dizelerle cümlelerin arasındaki farkla ilgili sorularla –ki bu bir işin şiir mi düzyazı şiir mi olduğunu belirliyor- boğuştum durdum. Bu esasında biçemsel bir problem ama yazının kendisinin tamamıyla en belli başlı sorusu. Bir diğer mesele de işe motive olabilme konusu. Kendim için demiyorum, ben zaten motiveyim de, kastettiğim işinki. Gerçekten, işlerimin çok çok azı “motivasyon”la ya da “rastlantı”yla -yani öyle rasgele bir şey üzerine- ortaya çıkmıştır. Sanıyorum bütün yazdıklarım sözlükten altyapılanmış başlangıç cümleleri ya da sözcükleriyle ortaya çıkmıştır. Yani aslında ben yıllardır belli bir dereceye kadar soyut da denebilecek “motivasyonsuz” yazı denen şey üzerine çalışıyorum. Dilde soyutlamayla çok ilgileniyorum, dili öyle bir noktaya itmek ki aracı ya da koşul olmaktan çok gerçeğin kendisi olabilsin. Bunun tek tehlikesi işin yalnızca dekoratif hale gelmesi yani dejenere olup sevimli bir şeye dönüşmesi, dilin müziğini yakalasa da yüzeysel kalması. Bu benim kaygım ve gerçek bir problem olarak durmakta. Diğer bir konu da gözlemlenmiş dünyadan ve kişisel deneyimden  faydalanarak yazma kaygısı. Bunun için ona uyan bir dil düşünmek. Böylece yine dizeler vb. Cümleler ve soyutlama v.b içerik temel meseleler haline geliyor.

V.H.: İçeriği işe katmayı mı deniyorsun?

L.H.: İçerik hep orada zaten. Direk sözlükle çalışmanın yani sözlükten esinlenmenin en ilginç yanlarından biri, sözcüklerin hep bir şey söyleme arzusu. Dil sürekli kendini şekillendirmek istiyor ve bu anlamda da kıpırdak. Ben bu şekillerin “içeriği” konusunda çok temkinliyim. Ben arkasında duramıyorsam bir dizenin ya da cümlenin işimin ortasında durmasına izin veremem.

V.H.: Dizeyle ilgili bu kaygıların diğer yazma projelerini nasıl etkiledi?

L.H.: Aklıma NUMBER PRESENT adlı yeni bir işim geliyor, çok fazla şey yazdıktan sonraki  “işim” olarak. Onu sayfanın üzerinde dizeler olarak hayal ettim. Bir ölçüde, okurların sözcükleri ve söz öbeklerini görmelerini istiyordum, onların çok yoğun, gergin ve olasılıklarla dolu olduklarını. Aynı zamanda NUMBER ölçübirimi ima ediyor diyebiliriz ve 12 dörtlük olarak düşünmüştüm, şiir "Fine morning"le açılıyor.  Yarım bir gün olarak, sabah 12 saattir. Renk skalasının 12 notası içinde müzikle de bir analoji kuruyor. Biçem üzerine düşünebilmek açısından faydalı. Malzemeyi dizeler halinde daktilo etmeye başladım, olası şekil çeşitliliğiyle tasarlayarak, 12 dizelik dörtlükler, 3 dizelik 4 dörtlük ve böyle sürüp gitti. Herbir form malzemeye farklı bir şey kattı. Müthiş bir egzersizdi. Sonunda dizenin bu malzemeye uymadığına karar verdim ve cümleleri paragraflar halinde tasarladım. Sonunda herbirinde 12 cümle olan 12 paragraflı düzyazı şiire yakın bir şey çıktı. Tüm o formlarla ve şekillerle mücadele ederken çok eğlenmiştim. Şimdi de hepsini denemek istiyorum. 
V.H.: Çok güzel bir tipo baskı kitap serisi bastınız. Baskıya başlamanız nasıl oldu?

L.H.: Ay, teşekkürler. Tuumba Press kitaplarını yayımlarken öğrenmiştim baskıyı. O zamanlar daha ofset baskıyla tipo baskı arasındaki farkı bilmiyordum. Kuzey Kaliforniya’da yaşıyorduk ve matbaada iki türlüsü de vardı, ama o tipo baskıyı tercih etti ve ilk Tuumba yayını öyle çıktı. Ben de baskıyı öğrenmek istiyordum ve işe başvurdum. O zaman bir kadının matbaada çalıştığı duyulmamış, ben de hademe olarak işe alındım. Ve böylece, edebi olarak, baskı makinesiyle takılır oldum. (kahkaha) İlk zamanlarda baskı makinesiyle uğraşırken çalışanlardan biri elime vurup “sen dokunma bakiim kızım” demişti. Sonunda dükkan sahibi geceleri bana tipo baskı öğretmeyi kabul etti. Ve Berkeley’ye taşındığımızda ben bir baskı makinesi satın aldım ve ev kadınlarının çamaşır makinelerini koydukları çamaşır odasına koydum onu.
İlk olarak Poetry Project Newsletter #70’da yayımlanmıştır. Aralık, 1970.

Çeviren: Anita Sezgener

 cin ayşe fanzin, sayı 13 

Hiç yorum yok: