5 Aralık 2025

MİRAY ÇAKIROĞLU. Bakımla ilgili bir mesele


İhtimam’ı çağırınca incelik, özen, nezaket gibi bir kelime öbeğiyle birlikte geliyor. Bu yüzden ben İngilizce care’e giderek ona ‘ihtimam’ değil ‘bakım’ diyeceğim.

Bakımla ilk tanışmamdan başlayacağım. Biraz olmadık bir başlangıç. 

Life Beside Itself [Hayatın Ötesinde] kitabında, Lisa Stevenson, Kanada devletinin, 1999 yılında Kanada toprağı olarak ilan edilen Nunavut’taki İnuit toplumuna karşı tutumunu “isimsiz bakım” diye nitelemeyi öneriyor. Devlet, İnuit toplumunun yaşam beklentisini yükseltmek istiyor, bir bakım tasarımı var, ancak devletin vatandaşlık modeli kuzeyindeki bu toplumun hayat ritimleriyle örtüşmüyor. Bakımın bu isimsiz/anonim yönetimi, İnuitler arasında Kanada toplumunun geri kalanına kıyasla epidemik halini alan tüberküloz ve intihar vakalarında kendini gösteriyor. Devlet, isimsiz özneyi hayatta kalmaya davet ediyor.

Devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin bakım ekseninde konuşulmasıyla ilk defa bu kitapta karşılaşıyorum. 

Politik hakların ne’liğindeki ondokuzuncu yüzyılda meydana gelen dönüşüm, egemenliğin ne biçimlerde uygulandığını dönüştürmüş demek için Foucault’nun Toplumu Savunmak Gerekir’de dediklerini hatırlatıyor. Öldürme/yaşamasına izin verme matrisinin yaşatma/ölmesine izin verme matrisine evrilmesini… Kolonyal egemenlik düzleminde olduğumuzu kabul edersek beklenebilecek olan… Burada kitabın işaret ettiği bir sapağa gireyim.

Stevenson, J.M.Coetzee’nin Michael K / Yaşamı ve Yaşadığı Dönem romanında, Güney Afrika’da, bir rehabilitasyon/çalışma kampında bir doktorla bir hasta arasında geçen sahneye dikkatimizi çekiyor. Yemek yemeyi reddeden hastaya, doktor yılgınlıkla dönüp şöyle diyor: Seni serbest bıraksak, seni bu halde sokağa atsak, yirmi dört saat içinde ölürsün. Kendine bakamazsın, nasıl bakacağını bilmiyorsun. Felicity [hemşire] ve ben dünyada sana yardım edecek kadar seni önemseyen tek insanlarız. Özel olduğun için değil, bu bizim işimiz olduğu için. Neden işbirliği yapmıyorsun? (Coetzee 1998: 148)

Stevenson: “Sömürgeleştirilenler hastalanabilir, gizemli hastalıklardan ölebilir, hatta çevrelerinde yaşanan iç savaşta öldürülebilirler, ancak her zaman yaşamaya çabalayarak işbirliği yapmalıdırlar.” (69)

1980’lerde, İnuitlerin sağlığının, giderek daha fazla gözetim altında tutulmaya başlamasının ardından, daha az İnuit doğumda, açlıktan ya da tüberkülozdan ölürken, İnuit gençleri arasında bir intihar epidemiği başlamıştı.

“Tutukluları vurmayacağınızın ne garantisi var?” Coetzee’nin doktorunun sorusu. 

“İnuit toplumu da bir anlamda tutuklular neden vurulmuyor diye mi soruyor?” Stevenson’ın sorusu.

Tutukluların vurulması, 1950’lerin sonlarında, Kanada Kraliyet Atlı Polisi, İnuitler arasında başıboş dolaşan Kuzey Quebec ve Doğu Arktik’inde kızak köpeklerini vurmaya başlamasında elle tutulur gözle görülür bir niteliğe bürünüyor.

Sömürgeci bir zeminde hareket ettiğimizi varsaysak beklenebilir olan öldürme/yaşamasına izin verme matrisi, kızak köpeklerinden sonra öldürülecekleri beklentisinde, yaşatan/ölmesine izin veren devletin, görünüşte iyicil pratiklerinde kendisini kamufle eden sömürgecilikten aşılanan korkuda apaçık görünür halini alıyor.

McGill üniversitesinden bir antropoloğa aracılık eden çevirmenle bir görüşmeci arasında geçen konuşma:

“Ama bazen, tüm köpekleri öldürdükten sonra [polis] bir sonraki hedef olarak biz İnuitlere mi yönelecek diye merak ediyorum.”

“Tüm köpekleri öldürdüklerinde…?”

“Evet. Köpeklerimizi öldürdüklerinde, belki de polis öfkeyle bize, İnuitlere yönelecek. Beni en çok endişelendiren şey bu.”

“İnuitlere yönelip İnuitleri öldürmeye başlayacakları mı?”

“Evet. Belki [Eskimo’ları] öldürmek değil, ama öfkelerini bize yöneltmek.”

 

Devlet ve yurttaşlar arası ilişkiyi bakımın nitelemesi aklıma yatmıyor. Eğer bakımdan söz edeceksek özne olarak devleti koymamak gerekir diye yazıyorum. 

Bunun üzerine, okuyucumdan, bakımın antropologların gayet meşru bir çalışma zemini olduğunu yanıtını alıyorum.

            Bakım meşru bir çalışma konusudur derken şunu söylemek istiyordu ve aslında söylerdi de biraz daha bakım vermiş olsa:

“Bakım, tıbbi uygulamaları, sağlığı, aile içi bakımı, biyopolitikayı, söylemsel oluşumları ve hatta duygusal durumları çeşitli şekillerde tanımlayabilen değişken ve istikrarsız bir kavramdır.” (Black 2018)

            Benim bakım kavramına gösterdiğim direncin de altı boş değil, o da dille ilgili bir yerden geliyor. Bakım denildiğinde, bu sözle beraber ahlaki bir evrene de postalanıyoruz. Beni, yokluğunda, bu ahlaki evrenin ruh çağırımı rahatsız ediyor.

“Antropologların analitik olarak kullandıkları diğer İngilizce kelimeler gibi, bakım da karmaşık ve özel anlamlar taşır. İngilizce konuşulan yerlerde “bakım”, hem duygusal ilgiyi (ilgi göstermek) hem de pratik eylemi (bakmak) ifade eder; genellikle bu ikili anlam, bakım eylemlerinin en iyi veya en doğal şekilde bakım duygularından kaynaklandığına dair inançlara katkıda bulunur. (Buch 2015)

Ve ekliyor.

“Duygu ve eylem arasındaki ilişkinin bu özel ahlaki anlayışı, İngilizce konuşmayanlara da yaygın mıdır, bu deneysel bir sorudur ve care olarak çevrilen terimler arasında daha açık bir karşılaştırma yapmak, care'in üretken bir karşılaştırmalı kavram mı olduğu yoksa bağlamlar arasında geçiş yapamayacak kadar çok özel kültürel anlam mı taşıdığına karar vermek için yararlı olacaktır.” 

Kalkış için Notlar’da şöyle yazmıştım: 

 

Hiçbir şey kendiliğinden büyümez 

Hepsini yetiştirmek gerekir.

 

Beni de yetiştirdiler. Bir yetiştiren olmaya doğru bir hareketmiş gibi bu ama hayır ben bir yetiştiren değilim. Bir bozguncu da değilim. Bozguncu olmadığım için beni de yetiştiren sanıyorlar.

 

~Lisa Stevensen. 2014. Life Beside Itself: Imagining Care in the Canadian Arctic [Hayatın 

          Ötesinde: Kanada Arktik Bölgesinde Bakımı Hayal Etmek] University of California Press.

Elena D. Buch. 2015. “Anthropology of Aging and Care” [Yaşlanma ve Bakım Antropolojisi] 

          Annual Review of Anthropology. 44: 277-293. 

Steven P. Black. 2018. “The Ethics and Aesthetics of Care” [Bakımın Etiği ve Estetiği] Annual 

            Review of Anthropology. 47: 79-95.                                                                                           


 

cin ayşe 24, ihtimam, güz 2025

 

Hiç yorum yok: