JEANETTE WINTERSON
Rebecca Horn’un The Hayward Gallery’deki retrospektifi
üzerine
Londra 2005
“1964’te 20
yaşındaydım ve saatliğine kiralanan Barcelona otellerinden birinde yaşıyordum.
Hiçbir maske ya da herhangi bir şey takmadan fiberglasla çalışıyordum çünkü
bana kimse bunun tehlikeli olabileceğini söylememişti ve çok fena hastalandım.
Bir sene kadar sanatoryumda kaldım. Ailem hayatını kaybedince tamamen yalnız
kaldım. İşte o dönem ilk beden-heykellerimi üretmeye başladım. Yataktayken de dikiş
dikebiliyordum nasılsa.”
Rebecca Horn dönüşümün sanatçısı. 40 sene önce ilk başladığı günden, bugün
Hayward’da sergilenenen en önemli retrospektifine dek kendinin “dönüştürücü
mesaj” dediği şeye hep sadık kaldı. “Bedenlerin başka bedenlere nasıl
dönüştüğünü anlatmaya hazır” olan enstalasyonun Ovid’i o, işlerinde objeler ve insanlar dönüşüm geçirir.
Sanat
bize normal koşullarda kaçıracağımız şeyleri görebilme becerisi verir. Normal
görüş yavan ve basittir, sadece görmemiz gerekeni görürüz, daha fazlasını
değil.
Rebecca
Horn’un özel görme biçimi objelerin ve insanların aşikâr ve mantıklı
düzenlenişlerinin ötesine geçerek onları tamamiyla bilindik olmayan bir şekilde
yeniden düzenler. Duchamp’a benzer bir duygu ve Beckettvari bir absürdlük
vardır burada ama, Horn’un görüşünde baskın olan onun yaratımlarının hem doğal
olanı hem de açığa çıkarıcı olanı aynı anda hissettirmesidir. Yapay, dahice ya da sapkın değillerdir. Sezgisel bir
anlam yaratırlar. Kabulün ve sürprizin paradoksunu sunarlar.
Horn,
yatağının dar sınırlarından bedeninin uzantıları olabilecek tasarımlar üzerine
çalışmaya başladı. Sanat eğitimine dönecek kadar iyileştiğinde de prostetik
bandajlarla çalıştı ve pedlenmiş beden uzantıları yaptı: “İlk işlerime
bakarsanız, bir çeşit koza görürsünüz.” Hyward’daki sergideki Finger
Gloves [Parmak
Eldivenleri] (1972),
Pencil Mask [Kalem Maskesi](1972), Black
Cockfeathers [Siyah Horoz
Tüyleri](1971) gibi daha eski işleri ve 1960’lardan fan ve kostüm çizimleri
örtük ve koruyucu bir özelliğe sahip. Kendini gizlemesine ve rehin tutmasına
rağmen Horn hâlâ iletişim halindedir. Yalnızlaşma gizli bir mesaj haline gelir
ve izleyici mührü kırıp içindekine erişebilir.
60’ların
ve 70’lerin sonlarında benim en favori işi olarak gördüğüm Unicorn üzerine çalışır. Bu işte üniversiteden bir arkadaşı
için bir kostüm tasarlar ve arkadaşını o kostümle bir yaz günü gün ağarırken
ormana gönderir. Bu, performansla enstalasyonun keşişmesidir. Tuhaf ve hayret
vericidir. Kadın mütevazi bandajı dışında çıplaktır ve kafasının üzerinde bir
unicorn yani tek bir boynuz bulunmaktadır. “Burjuva olduğu için duruma
öfkelense de giymeyi kabul etti” diyor Horn.
Rebecca Horn bu olayı ve
‘bisikletlerinden düşen’ avcıları anlatırken çok gülüyor. İzleyicinin işle çarpışmasını seviyor.
Binicisini düşürmeyi seviyor. Hiç şüphe yok ki, Buster Keaton onun
kahramanlarından biri. Komedi ve acı onun işlerinde aynı damardan akar. Bizi
gülümsetir, güldürür, sonra bir ara olur ve çoğunlukla huzursuzluk başlar ama
ciddiyetle oyun bir arada gitmelidir. Hayatta sürekli ayrımlar yaparız, ama
sanatta katlanılması zor bir biçimde herşey bütündür ve bu gerçeğe daha
yakındır.
Unicorn için çizimler
ve kostüm bu sergide mevcut.
Retrospektifin amaçlarından biri de Horn’un işlerinde çizimin önceliğini
göstermek. Piyasada enstalasyon
sanatçılarının çizim yapmadıkları yolunda yanlış bir yargı var. “Renkli
kalemlerle eskizler yapmak hâlâ en sevdiğim meşgalem.” Tam olarak tamamlanmış
işlerin yanında çizimlerini de görmek heyecan verici. Kendi boyuna erişen
boyutta kağıt üzerine yaptığı son çizimleri olan “bodyworks”ü de. Her biri kendi
bedeninin uzunluğuna uygun esnetilmiş. 1972’de yaptığı Pencil Mask -ki sergide ilk göze çarpan iştir-,
kendini korumanın ve yaratmanın fetişist ve korkutucu bir yolu gibi duruyor.
2004’teki çizimlerde korku yok olmuş ve araçlara duyulan ihtiyaç da kaybolmuş.
Gerginleştirici bir bağımsızlıkları var.
Rebecca
Horn Alman’dır ve II. Dünya savaşının bitmesine bir yıl kala yani 1944’te
doğmuştur. Çizim yapmayı şüphe uyandırmayacak bir dil olarak görür. “Almanca
konuşamıyorduk. Herkes Almanlardan nefret ediyordu. Hemen İngilizce ve
Fransızca öğrenmeliydik. Hep başka yerlere seyahat edip başka diller
konuşuyorduk. Ama çizim yapmak için bir dil konuşmaya gerek yoktu, çizmek
yeterliydi.”
Hiçbir
zaman bir yere yerleşmedi. Paris, Berlin, Mallorca’da yaşıyor, New York ve Barcelona’da
da yaşamışlığı var: ”Benden işüretmemi isteyen bir ülke olursa gidip
orada yaşıyorum”. Köksüz ve gönüllü bir sürgün. “Ben bedenimi kullanıyorum,
onun başına gelen neyse, ondan birşey
çıkarıyorum.”
1980’lerin başında, İtalya’da çektiği
bir film için tavuskuşunun kuyruğuna ihtiyaç vardı ama film çekme zamanı gelene
kadar tavus kuşunun kuyruk tüyleri azaldı ve bunun üzerine Horn o işi görecek
güzel bir makine yaptı. Otomatla ilişkisi burada başlıyor, insan bedeni
uzantıları zamanla yerini bu makina enstalasyonlarına bırakıyor ve bizimkine
etki eden akıllı yaşam formları haline geliyorlar.
Onun ürettiği fantezileri güçlendiren motorlar, tekerlekler ve
dişlilerde Almanların mühendislik
alanındaki titizliklerinin izleri var. Milim milim ölçüyor herşeyi. Odaya
girdiğimiz anda kızılötesi dedektörlere yakalanıyoruz ve beden ısılarımız makinaları harekete geçiriyor. “Makinaların
yorulmalarını seviyorum. Yaptığım makina nesneden daha fazlası. Bunlar araba ya
da çamaşır makinesi değil. Dinleniyor, yansıtıyor ve bekliyorlar.”
O bir mistik,
uçucu new age tarzında değil de yaşamın gizemini anlamak anlamında. Bu herşeyin
paketlenip etiketlendiği Richard
Dawkins evreni değil. Onun makina enstalasyonları mühendislik ve teknolojiyi
kullanarak zamanın içinde tekrarlayan anlar yaratır ve bir çeşit zamansızlık
bakışı sunar.
Akıllı makinaların hayatın efendisi olduğu bir dünyada
Horn’un makinaları kırılgan ve insanmerkezlidir. Sadece hareket eden
aksamlardır ama Horn onlara ruh kazandırır. Bunun sonucu kendi bedenlerimizi
iyileştirmeye dek varır. Bir ruhu olmadığını düşünenler bile Rebecca Horn’un
bir işi önünde bir kaç dakika dursa onun terapik etkisini hisseder. Bunlar
oyuncak robot değiller, içsel manzaralarımızın işleyen modelleri.
“Birşeylere
inanmak zorundasınız ve bunu dış dünyaya iletmek. Ben tüm hayatım boyunca bunu
yaptım. Yapmak istediğim hep de buydu.” diyor Horn.
Kısaltarak çeviren: Anita
Sezgener
cin ayşe 3, 'beden dosyası'ndan
cin ayşe 3, 'beden dosyası'ndan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder