14 Ekim 2012




JEANETTE WINTERSON

Rebecca Horn’un The Hayward Gallery’deki retrospektifi üzerine
Londra 2005

 “1964’te 20 yaşındaydım ve saatliğine kiralanan Barcelona otellerinden birinde yaşıyordum. Hiçbir maske ya da herhangi bir şey takmadan fiberglasla çalışıyordum çünkü bana kimse bunun tehlikeli olabileceğini söylememişti ve çok fena hastalandım. Bir sene kadar sanatoryumda kaldım. Ailem hayatını kaybedince tamamen yalnız kaldım. İşte o dönem ilk beden-heykellerimi üretmeye başladım. Yataktayken de dikiş dikebiliyordum nasılsa.”
Rebecca Horn dönüşümün sanatçısı.  40 sene önce ilk başladığı günden, bugün Hayward’da sergilenenen en önemli retrospektifine dek kendinin “dönüştürücü mesaj” dediği şeye hep sadık kaldı. “Bedenlerin başka bedenlere nasıl dönüştüğünü anlatmaya hazır” olan enstalasyonun Ovid’i o,  işlerinde objeler ve insanlar dönüşüm geçirir.
Sanat bize normal koşullarda kaçıracağımız şeyleri görebilme becerisi verir. Normal görüş yavan ve basittir, sadece görmemiz gerekeni görürüz, daha fazlasını değil.
Rebecca Horn’un özel görme biçimi objelerin ve insanların aşikâr ve mantıklı düzenlenişlerinin ötesine geçerek onları tamamiyla bilindik olmayan bir şekilde yeniden düzenler. Duchamp’a benzer bir duygu ve Beckettvari bir absürdlük vardır burada ama, Horn’un görüşünde baskın olan onun yaratımlarının hem doğal olanı hem de açığa çıkarıcı olanı aynı anda hissettirmesidir. Yapay,  dahice ya da sapkın değillerdir. Sezgisel bir anlam yaratırlar. Kabulün ve sürprizin paradoksunu sunarlar.
 Horn, yatağının dar sınırlarından bedeninin uzantıları olabilecek tasarımlar üzerine çalışmaya başladı. Sanat eğitimine dönecek kadar iyileştiğinde de prostetik bandajlarla çalıştı ve pedlenmiş beden uzantıları yaptı: “İlk işlerime bakarsanız, bir çeşit koza görürsünüz.” Hyward’daki sergideki Finger Gloves [Parmak Eldivenleri] (1972),  Pencil Mask [Kalem Maskesi](1972),  Black Cockfeathers [Siyah Horoz Tüyleri](1971) gibi daha eski işleri ve 1960’lardan fan ve kostüm çizimleri örtük ve koruyucu bir özelliğe sahip. Kendini gizlemesine ve rehin tutmasına rağmen Horn hâlâ iletişim halindedir. Yalnızlaşma gizli bir mesaj haline gelir ve izleyici mührü kırıp içindekine erişebilir.

 60’ların ve 70’lerin sonlarında benim en favori işi olarak gördüğüm Unicorn üzerine çalışır. Bu işte üniversiteden bir arkadaşı için bir kostüm tasarlar ve arkadaşını o kostümle bir yaz günü gün ağarırken ormana gönderir. Bu, performansla enstalasyonun keşişmesidir. Tuhaf ve hayret vericidir. Kadın mütevazi bandajı dışında çıplaktır ve kafasının üzerinde bir unicorn yani tek bir boynuz bulunmaktadır. “Burjuva olduğu için duruma öfkelense de giymeyi kabul etti” diyor Horn.

Rebecca Horn bu olayı ve ‘bisikletlerinden düşen’ avcıları anlatırken çok gülüyor.  İzleyicinin işle çarpışmasını seviyor. Binicisini düşürmeyi seviyor. Hiç şüphe yok ki, Buster Keaton onun kahramanlarından biri. Komedi ve acı onun işlerinde aynı damardan akar. Bizi gülümsetir, güldürür, sonra bir ara olur ve çoğunlukla huzursuzluk başlar ama ciddiyetle oyun bir arada gitmelidir. Hayatta sürekli ayrımlar yaparız, ama sanatta katlanılması zor bir biçimde herşey bütündür ve bu gerçeğe daha yakındır.

Unicorn için çizimler ve kostüm bu sergide mevcut.  Retrospektifin amaçlarından biri de Horn’un işlerinde çizimin önceliğini göstermek.  Piyasada enstalasyon sanatçılarının çizim yapmadıkları yolunda yanlış bir yargı var. “Renkli kalemlerle eskizler yapmak hâlâ en sevdiğim meşgalem.” Tam olarak tamamlanmış işlerin yanında çizimlerini de görmek heyecan verici. Kendi boyuna erişen boyutta kağıt üzerine yaptığı son çizimleri olan “bodyworks”ü de. Her biri kendi bedeninin uzunluğuna uygun esnetilmiş. 1972’de yaptığı Pencil Mask -ki sergide ilk göze çarpan iştir-, kendini korumanın ve yaratmanın fetişist ve korkutucu bir yolu gibi duruyor. 2004’teki çizimlerde korku yok olmuş ve araçlara duyulan ihtiyaç da kaybolmuş. Gerginleştirici bir bağımsızlıkları var.
Rebecca Horn Alman’dır ve II. Dünya savaşının bitmesine bir yıl kala yani 1944’te doğmuştur. Çizim yapmayı şüphe uyandırmayacak bir dil olarak görür. “Almanca konuşamıyorduk. Herkes Almanlardan nefret ediyordu. Hemen İngilizce ve Fransızca öğrenmeliydik. Hep başka yerlere seyahat edip başka diller konuşuyorduk. Ama çizim yapmak için bir dil konuşmaya gerek yoktu, çizmek yeterliydi.”
Hiçbir zaman bir yere yerleşmedi. Paris, Berlin, Mallorca’da yaşıyor, New York ve Barcelona’da da yaşamışlığı var: ”Benden işüretmemi isteyen bir ülke olursa gidip orada yaşıyorum”. Köksüz ve gönüllü bir sürgün. “Ben bedenimi kullanıyorum, onun başına gelen neyse,  ondan birşey çıkarıyorum.”
1980’lerin başında, İtalya’da çektiği bir film için tavuskuşunun kuyruğuna ihtiyaç vardı ama film çekme zamanı gelene kadar tavus kuşunun kuyruk tüyleri azaldı ve bunun üzerine Horn o işi görecek güzel bir makine yaptı. Otomatla ilişkisi burada başlıyor, insan bedeni uzantıları zamanla yerini bu makina enstalasyonlarına bırakıyor ve bizimkine etki eden akıllı yaşam formları haline geliyorlar. 
Onun ürettiği fantezileri güçlendiren motorlar, tekerlekler ve dişlilerde  Almanların mühendislik alanındaki titizliklerinin izleri var. Milim milim ölçüyor herşeyi. Odaya girdiğimiz anda kızılötesi dedektörlere yakalanıyoruz ve beden ısılarımız  makinaları harekete geçiriyor. “Makinaların yorulmalarını seviyorum. Yaptığım makina nesneden daha fazlası. Bunlar araba ya da çamaşır makinesi değil. Dinleniyor, yansıtıyor ve bekliyorlar.” 

O bir mistik, uçucu new age tarzında değil de yaşamın gizemini anlamak anlamında. Bu herşeyin paketlenip etiketlendiği Richard Dawkins evreni değil. Onun makina enstalasyonları mühendislik ve teknolojiyi kullanarak zamanın içinde tekrarlayan anlar yaratır ve bir çeşit zamansızlık bakışı sunar.

Akıllı makinaların hayatın efendisi olduğu bir dünyada Horn’un makinaları kırılgan ve insanmerkezlidir. Sadece hareket eden aksamlardır ama Horn onlara ruh kazandırır. Bunun sonucu kendi bedenlerimizi iyileştirmeye dek varır. Bir ruhu olmadığını düşünenler bile Rebecca Horn’un bir işi önünde bir kaç dakika dursa onun terapik etkisini hisseder. Bunlar oyuncak robot değiller, içsel manzaralarımızın işleyen modelleri.

 “Birşeylere inanmak zorundasınız ve bunu dış dünyaya iletmek. Ben tüm hayatım boyunca bunu yaptım. Yapmak istediğim hep de buydu.” diyor Horn.

Kısaltarak çeviren: Anita Sezgener

cin ayşe 3, 'beden dosyası'ndan

Hiç yorum yok: