VICKI HUDSPITH
Vicki
Hudspith: Geçen yazki mektubunda New York’un “günümüzdeki savaşı”
gibi olduğunu yazmıştın. Hala öyle mi?
Lyn
Hejinian: Daha iyi kesinlikle! (kahkaha) Birkaç ay hiçbir iş
yapamadım. Dizelerle cümlelerin arasındaki
farkla ilgili sorularla –ki bu bir işin şiir mi düzyazı şiir mi olduğunu
belirliyor- boğuştum durdum. Bu esasında biçemsel bir problem ama yazının
kendisinin tamamıyla en belli başlı sorusu. Bir diğer mesele de işe motive
olabilme konusu. Kendim için demiyorum, ben
zaten motiveyim de, kastettiğim işinki. Gerçekten, işlerimin çok çok azı
“motivasyon”la ya da “rastlantı”yla -yani öyle rasgele bir şey üzerine- ortaya çıkmıştır. Sanıyorum bütün
yazdıklarım sözlükten altyapılanmış başlangıç cümleleri ya da sözcükleriyle
ortaya çıkmıştır. Yani aslında ben yıllardır belli bir dereceye kadar soyut da
denebilecek “motivasyonsuz” yazı denen şey üzerine çalışıyorum. Dilde soyutlamayla
çok ilgileniyorum, dili öyle bir noktaya itmek ki aracı ya da koşul olmaktan
çok gerçeğin kendisi olabilsin. Bunun tek tehlikesi işin yalnızca dekoratif
hale gelmesi yani dejenere olup sevimli bir şeye dönüşmesi, dilin müziğini
yakalasa da yüzeysel kalması. Bu benim kaygım ve gerçek bir problem olarak
durmakta. Diğer bir konu da gözlemlenmiş dünyadan ve kişisel deneyimden faydalanarak yazma kaygısı. Bunun için ona
uyan bir dil düşünmek. Böylece yine dizeler vb. Cümleler ve soyutlama v.b
içerik temel meseleler haline geliyor.
V.H.:
İçeriği işe katmayı mı deniyorsun?
L.H.:
İçerik hep orada zaten. Direk sözlükle çalışmanın yani sözlükten esinlenmenin
en ilginç yanlarından biri, sözcüklerin hep bir şey söyleme arzusu. Dil sürekli
kendini şekillendirmek istiyor ve bu anlamda da kıpırdak. Ben bu şekillerin
“içeriği” konusunda çok temkinliyim. Ben arkasında duramıyorsam bir dizenin ya
da cümlenin işimin ortasında durmasına izin veremem.
V.H.:
Dizeyle ilgili bu kaygıların diğer yazma projelerini nasıl etkiledi?
L.H.: Aklıma NUMBER PRESENT adlı
yeni bir işim geliyor, çok fazla şey yazdıktan sonraki “işim” olarak. Onu sayfanın üzerinde dizeler
olarak hayal ettim. Bir ölçüde, okurların sözcükleri ve söz öbeklerini
görmelerini istiyordum, onların çok yoğun, gergin ve olasılıklarla dolu
olduklarını. Aynı zamanda NUMBER ölçübirimi ima ediyor diyebiliriz ve 12
dörtlük olarak düşünmüştüm, şiir "Fine morning"le açılıyor. Yarım bir gün olarak, sabah 12 saattir. Renk
skalasının 12 notası içinde müzikle de bir analoji kuruyor. Biçem üzerine
düşünebilmek açısından faydalı. Malzemeyi dizeler halinde daktilo etmeye
başladım, olası şekil çeşitliliğiyle tasarlayarak, 12 dizelik dörtlükler, 3
dizelik 4 dörtlük ve böyle sürüp gitti. Herbir form malzemeye farklı bir şey
kattı. Müthiş bir egzersizdi. Sonunda dizenin bu malzemeye uymadığına karar
verdim ve cümleleri paragraflar halinde tasarladım. Sonunda herbirinde 12 cümle
olan 12 paragraflı düzyazı şiire yakın bir şey çıktı. Tüm o formlarla ve
şekillerle mücadele ederken çok eğlenmiştim. Şimdi de hepsini denemek
istiyorum.
V.H.:
Çok güzel bir tipo baskı kitap serisi bastınız. Baskıya başlamanız nasıl oldu?
L.H.: Ay, teşekkürler. Tuumba Press
kitaplarını yayımlarken öğrenmiştim baskıyı. O zamanlar daha ofset baskıyla
tipo baskı arasındaki farkı bilmiyordum. Kuzey Kaliforniya’da yaşıyorduk ve
matbaada iki türlüsü de vardı, ama o tipo baskıyı tercih etti ve ilk Tuumba
yayını öyle çıktı. Ben de baskıyı öğrenmek istiyordum ve işe başvurdum. O zaman
bir kadının matbaada çalıştığı duyulmamış, ben de hademe olarak işe alındım. Ve
böylece, edebi olarak, baskı makinesiyle takılır oldum. (kahkaha) İlk
zamanlarda baskı makinesiyle uğraşırken çalışanlardan biri elime vurup “sen
dokunma bakiim kızım” demişti. Sonunda dükkan sahibi geceleri bana tipo baskı
öğretmeyi kabul etti. Ve Berkeley’ye taşındığımızda ben bir baskı makinesi
satın aldım ve ev kadınlarının çamaşır makinelerini koydukları çamaşır odasına
koydum onu.
İlk
olarak Poetry Project Newsletter #70’da yayımlanmıştır. Aralık,
1970.
Çeviren: Anita Sezgener