9 Aralık 2011

SUSAN BENNETT SMITH
Matemin yeni biçimi :
Virginia Woolf'un Mrs. Dalloway ve Deniz Feneri romanlarında matemin feminist  temsilleri

Sigmund Freud histeri konulu çalışmasında, çağdaşı ve meslektaşları George Savage ve Silas Weir Mitchell olgu incelemelerinde, yas tutan kadını mental açıdan dengesiz kabul ederler. Elde hiçbir analiz ya da açık kanıt olmaksızın matem ile delilik arasında bir neden sonuç ilişkisi olduğuna hükmederler. Kadınlar geleneksel olarak bir numaralı yas tutucular olduğundan tedavi amaçlı dinlenme kürü ve konuşma terapisi reçete edilen başlıca hastalar da onlardır. Dr. Savage’ın hastalarından biri ve birçok biyografik yapıta konu olan Virginia Woolf’un yaşamı, delilikle büyük üzüntü arasındaki bu basit korelasyonun etkilerini ortaya koyar. Woolf örneğinde bu konunun kristalleştiği belirli bir an vardır: Annesi ölen on üç yaşındaki Virginia Stephan’ı tedavi etmesi için eve aile doktoru çağrılmıştır. İşte bu, Victoria dönemi matem ritüelinde bir kırılmayı -toplumsal matem pratiklerinden tıbbi ve psikolojik tedavilere geçişi- işaret eder. Woolf’un kendi yazdıkları da (kurgusal olsun, özyaşamöyküsel olsun) matem pratiklerindeki bu geçişe işaret eden post-Freudyen özellikli yapıtlardır. Mrs. Dalloway’de Woolf matemin, feminenleştirme ve ilaçla tedavisinin sonuçlarını gösterir ama farklı bir alternatif de sunmaz. Deniz Feneri’nde ise bir adım daha ileri giderek matemle ilgili alternatif bir model ortaya koyar. 
Çok iyi bilindiği üzere, annesinin ölümü Virginia’nın ilk sinir krizinin tetikleyicisidir. Yirmi iki yaşına geldiğinde babasının ölmesi ise yazarın çok ciddi bir kriz yaşamasına neden oldu ve intihar girişiminde bulundu. Günümüzde yeme ve uyku bozuklukları, sanrılar, öfke ve depresyonun, matemin patolojik olmayan sonuçları olduğu gösterilmiştir. Üzüntünün intihara yol açması patolojiktir elbet ama Virginia ve babası Leslie Stephen’ın,  [Virginia’nın annesi] Julia'nın ölümüne tepkilerini karşılaştırdığımızda, matemi yaratan nedir sorusuna cevap vermek güçtür. [V. Woolf’un yeğeni] Quentin Bell’e  göre ikisi de bu ölümü bir anlamda kendilerinde yaşamıştır ancak Leslie’ninki Victoria dönemi anlayışına göre anlaşılır bir tepkiyken kızınınki öyle değildir. (….)

Mrs. Dalloway’de Virginia Woolf, Septimus’u üzüntüsünü ifade etme araçlarından yoksun bırakacak şekilde hasta olarak tanımlamanın ve feminenleştirmenin ağır sonuçlarını ele alır. Romanın Modern Library baskısına yazdığı önsözde yazar, Septimus karakterinin "[Clarissa'nın] bir tür ruh ikizi olmasını amaçladığını" söyler. Ruh ikizi temasının bir yorumu da Septimus ve Clarissa’yı dinlenme kürüne tabi tutulacak potansiyel hastalar (matemdeki kişiler) olarak değerlendirmektir. Ancak, Clarissa’nın matemi makul bir matem iken, Septimus'ın matemi patolojiktir. Yani Freud terimleriyle söylenecek olursa, Septimus melankoliye yakalanmıştır. I. Dünya Savaşı’nda aşırı, adeta stoik bir metanet geliştirmiş ve yasını kendinden vazgeçme noktasına dek götürmüştür. Erkekler özellikle de askerler ağlamazlar. Bu durumda Septimus’a verilen ‘hava değişimi’, durumuna çare olmamış, o da kurtuluşu intiharda bulmuştur.
Septimus sanrılar görmektedir; nitekim gri takım elbiseli Peter Walsh’u ölü arkadaşı Evans’ın hayaleti sanmıştır.
“Griler giymiş biri geliyordu. Evans! Çamur yoktu yüzünde, yara da yoktu; hiç değişmemişti. Bütün dünyaya bildirmeliyim diye haykırdı Septimus, (griler giymiş ölü yaklaşırken) elini kaldırdı; yüzyıllardır çölde elleri alnında, yanaklarında derin çizgilerle öylece duran, insanların yazgıları için tek başına yas tutan bir yontu gibiydi; bu yontu şimdi çölün ucunda gittikçe genişleyen ve kendi demirden gövdesine vuran bir ışık görüyordu, arkasında bir yığın bitkin insanla bu yaslı dev bir an yüzünde…  (Mrs Dalloway, s.67)
İşte bu kritik anda matem kesintiye uğrar: Septimus adeta II. Ramses gibi hayal edilir; gurur dolu değilse de umutsuz da değildir. Bu yarı askeri figürün garipliği Septimus'un akli dengesizliğine işaret ettiği gibi, öte yandan batı kültüründe yas tutan erkek modeli olmadığını gösterir. Septimus (ya da başka biri) savaşta yere serilmiş tümenlerce askerin hepsi için yas tutabilir mi? Böyle bir üzüntü omuzda taşınamayacak kadar devasa bir yüktür.

Clarissa'nın Septimus’a bu beklenmedik empatisi kısmen kendisine de dinlenme kürü önerilmesiyle ilgilidir. Sir William Bradshaw'un tedavisinin hastalarının ruhsal bütünlüğünü tehdit ettiğini sezmektedir. Clarissa’ya dinlenmesi fizyolojik nedenlerle önerilmiştir ama bunun duygusal yönleri de vardır. Üzüntü içindedir. Peter ise Clarissa’nın "buz gibi soğuk";  "annelik içgüdüsünden yoksun" ve "kibirli" olduğunu düşünür. Clarissa da kendindeki bu eksikliğin farkındadır. (….) Anlatıcı Clarissa'nın dinlenme ve sessizlik ihtiyacını tedavi değil ölümle ilişkili görür. "Hayatın yüreğinde bir boşluk vardı; işte tavan arası odası….Daha da daha da daralacaktı yatağı….Richard üstelemişti, hastalığından sonra mutlaka kesintisiz uyuması gerekiyordu çünkü." (agy. s.34). Tavan arasındaki yatak odası evin öteki bölümlerinden olabildiğince yalıtılmıştır. Bundan sonrası ölüme hazırlık, yatağı ise mezar olarak algılanır. Clarissa'nın hafif dinlenme kürüyle ilgili bu deneyimlerinin, Victoria dönemi yas tutumlarıyla (siyah giyme ve inzivaya çekilme) belirlenen imitasyon ölümle duygusal benzerlikleri açıkça ortadadır.
Septimus için ise böyle hafif bir dinlenme kürü söz konusu değildir. Onun alt sınıf statüsü daha zorlu tedavileri dikte eder. Dahası, durumu Clarissa’dan çok daha kötüdür. O, Freud’un tanımladığı anlamda bir melankoli hastasıdır. Matemdeki birinden melankoliği ayıran ikincisinin kendine güveninin yitmesidir ve bu Septimus’da çok belirgindir. O kendini bir cani sayar. (…) Freud narsistik bozukluklardan biri olarak melankolinin kalıcı yani tedaviye uygun olmadığını düşünse de konuşarak tedavi Septimus gibi biri için yararlı olabilirdi.
Fakat Peter ve Sally’nin Clarissa'nın yaşamına tekrar girmeleri Septimus’un Evans’ın hayalini görmesiyle aynı şey değildir; çünkü onlar öteki dünyadan değil Hindistan’dan ve Manchester’dan gelmektedir. Mrs. Dalloway romanında J. Hillis Miller’ın tanımıyla “ölünün ayağa kalkması”  Clarissa'nın durumunda söz konusu değildir. Clarissa'nın kız kardeşi Sylvia’nın çocukken ölmüş olması Clarissa’nın matem tutan ve matemi hiç bitmeyecek biri olduğunu gösterir ama bu konu romanda sadece bir yerde geçer. Clarissa'nın transandantal teorisi ölüyü geri getirmez; Mrs. Dalloway bir hayalet öyküsü değildir. Evans'ın parkta ortaya çıkışı bile sadece bir yanılgıdır: Gri elbiseli adam Peter Walsh’tur. Peter ve Evans’ın tek kişilikte birleştirilmesi Peter’ı bir anlamda hayalete yaklaştırırken Evans’ı hayalet olmaktan uzaklaştırır ki bu da kolayca anlaşılabilir bir şeydir. Eski dostlarının geri dönmesi Clarissa'nın geçmişe bağlılık duygusunu güçlendirir ama Septimus için böyle bir güçlendirme söz konusu değildir. Dolayısıyla, Clarissa’nın sağlıklı yasıyla Septimus'un akıl hastalığı düzeyindeki yası bir tutulamaz. Septimus’ın ölümüyle duygusal bir bağlantı kurmayı başarsa da ölüm Clarissa’nın ilişkiler ağı içinde çok ağır bir yüktür.
Septimus'un Evans’la ilişkisi matem sürecini ağırlaştırmaktadır. Arkadaşına karşı duyguları çelişkili olduğundan onun durumu Freud’un melankoli tanımına uymaktadır. Septimus'un Evans’a karşı gizli eşcinsel duyguları onun ölümüyle yüzleşmesini güçleştirmektedir. Septimus'un intiharı üzerine Dr. Holmes'un “Korkak!” diye bağırması bu kanıyı güçlendirmektedir. Amerikalı feminist eleştirmen Elaine Showalter, “Askeri doktorlar ve psikiyatrlar savaştan kaynaklanan bir çöküntü yaşamış hastalarını korkak diye görevden aldıklarında bunda çoğunlukla bir eşcinsellik iması vardır." der. Septimus'un savaş nevrozunun cinsellikle ilgili bileşeni Freud’un savaş nevrozlarının tüm öteki nevrozlar gibi cinsel bir etiyolojisi olduğu savını haklı çıkarır gibidir. Bununla birlikte Septimus’un durumunda da Freud’un histeri konulu olgu çalışmalarında olduğu gibi cinsellik matemin arkasında, ikinci plandadır.

Woolf da, sinirbilim uzmanları ve psikanalistler gibi geleneksel matem ritüelini yazdıklarında model olarak alır. [Deniz Feneri romanındaki] yaz evi ortamı gündelik hayattan uzaklaşmayı sağlar; bu ev akraba ve arkadaşların ziyaret yeridir. Woolf'un Victoria dönemi yas ritüeline karşı çıkışı nedeniyle üstü kapalı geçilse de herkes orada birbirine yakınlık gösterir ve destek olur. Woolf matem kadınlar içindir demediği gibi matemdeki erkekleri kadınsılaşmış gibi göstermeyerek de, gelenekten ayrılır. Bay Ramsay Lily Briscoe’yu teselli etme görevini yüklenmiş gibi görünmeye çalışır ama Lily buna izin vermez. Ayrıca bu romanda matem, patolojik boyutta değildir. Cam ve James babalarının yalnız kendini düşünen üzüntüsüne karşı çıkarlar ama bunun akıl sağlığı ile ilgili değil, kuşaklar arası bir fark olduğu bellidir. Doktor ya da terapist çağırmaya gerek duyulmaz.
Woolf matem temasını Deniz Feneri’nde enine boyuna işler. "Pencere" [başlıklı ilk bölümde] birini teselli etmeyle bir matem faaliyeti yapma arasındaki cinsiyetçi zıtlığı ortaya koyar;  bu konuyu daha sonraki bölümlerde matem olgusuna yeni bir anlayışla yaklaşarak çözer. Bir yaz evinde olmalarına karşın, Bay Ramsay, Charles Tansley ve William Bankes işleriyle birlikte gelmişlerdir. Lily de öyle. Kadınların yaptığı işler toplumsal açıdan değersiz sayılsa da, o “bir işi olduğunu” düşündüğünü belli etmektedir. Son bölümde Bay Ramsay biraz yakınlık elde etmek uğruna onun işini bölmeye kalkıştığında Lily resim yaparak oyalandığını, oyun edilemeyecek tek şeyi oyun ettiğini ve bunun da hep Bayan Ramsay'nin hatası olduğunu söyleyerek taviz verecektir. “O öldü.” Onun hatasıdır çünkü Lily’nin işine saygı duymamıştır. ("Onun yaptığı resmi insan pek ciddiye alamazdı.") Ayrıca bütün kadınlardan bir yakınlık bekleyen kocasını kollamıştır.

Lily yas tutma görevini Bayan McNab’den devralır; pek zeki olmayan bu yorgun hizmetçinin aksine Lily uyanıktır. “Tüm bunların anlamı ne olabilir diye Lily Briscoe kendi kendine sordu. Bir yandan onu yalnız bıraktıklarına göre, acaba kendim mutfağa gidip bir fincan kahve daha alsam mı yoksa burada oturup beklesem mi diye bir türlü karar veremeyerek düşünüyordu. … Çünkü aslı aranırsa yeniden buraya gelişinden ne duyuyordu? Bayan Ramsay’nin ölümünden bunca yıl sonra buraya geldiğinde ne hissetmişti aslında? Hiç, hiçbir şey- şunları duyuyorum diyebilecek hiçbir şey, hiçbir şey.” (Deniz Feneri s.175) Masaya oturunca Lily on yıl önce resim yaparken yaşadığı aydınlanmayı anımsar. Evet o yarım kalan resmi şimdi tamamlayacaktır.  Bay Ramsay’nin duygusal taleplerinden kaçma arzusu belleğini harekete geçirmiştir: “Bir yerlere kaçmalıdır. Yalnız kalabileceği bir yerlere.” Resim yapmak Bay Ramsay’nin göstereceği yakınlığa karşı bir sığınak olacaktır ama yine de ikisinin birbirine gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
(….) Ramsay ailesi o sırada bir matem görevini yerine getirmektedir: Deniz fenerine gidişleri, birinci bölümde sözü edilip de yapılamayan bir yolculuktur. Bu yolculukta Bayan Ramsay'nin güzelliğini ve onun toplumsal çalışmalarını anımsarlar. James teknenin dümenindedir ve annesini (tam da Lily’nin anımsadığı sahneyi) anımsamaktadır. Ancak James’in bu anımsayışta asıl odaklandığı, babasının, anne oğulun paylaştığı anı bölüp araya girmesidir. James'in babasına öfkesi ancak Bay Ramsay’nin onun tekneyi kullanışını övmesiyle yatışır. Gezinin lideri Bay Ramsay bir felsefeci olarak kendi yolculuğunu anımsar: onun entelektüel yolculuğu, yazdığı kitapta Q harfinden R harfine bir türlü ilerleyemeyişiyle  "kutup bölgesinin buzul ıssızlığında umarsız bir yolculuk” olmuştur. Bay Ramsay gücü ve cesaretiyle " lider, rehber ve danışman”dır. Gemicilerin ölümünü olağan ve sıradan bir olay olarak gördüğünde üzüntüsü azalır: "Evet, fırtınalarda insanlar boğuluyor ama bu işte ne bir hile ne bir tuzak vardır; sonra denizin dibi de (sandviç kâğıdındaki kırıntıları denize dökerek) önünde sonunda sudan başka nedir ki diye düşünmüştü.” (Deniz Feneri s.245) Lily'nin yaptığı resim gibi James ve Bay Ramsay’nin ölümü kabullenmelerini de yaptıkları bu gezi mümkün kılmıştır.

Deniz Feneri’nde olay tek bir sembolik günde geçer: öğleden sonra başlar ve on yıllık bir süreyi ve birçok ölümü anlatan uzun, karanlık bir geceden sonra ertesi gün öğlende biter. Gecenin ardından sabahla birlikte matem süreci gelir. Romanın günün en aydınlık zamanında bitmesi Lily ve Bay Ramsay'nin projelerinin tamamlanışını destekleyici niteliktedir. Woolf burada, bu iki projenin aynı zamanda bitmesiyle temelde aynı amaçlı olduğunu ima eden bir etki amaçlamıştır. Böylece matem süreci tamamlanmıştır.
Deniz Feneri feminize edilmemiş, tıbbi tedaviden geçirilmemiş bir matem modeli ortaya koyar. Böylelikle, Mrs. Dalloway’de matemin ele alınış biçiminden daha gelişmiş bir düşünce biçimi sunar. Woolf, Mrs. Dalloway’de tıp kurumunu baskıcı ve duyarsız olmakla suçluyor ancak matemin bir hastalık olduğu teşhisine katılıyordu. Septimus hastaydı ve onun hastalığı Evans’ın ölümü için hiçbir şey hissedememesinden kaynaklanıyordu. Ayrıca Mrs. Dalloway’de yazar matemin feminen bir özellik taşıdığı geleneksel düşüncesini de kabul etmekteydi. Septimus’un feminenleşmiş oluşu hastalığının göstergesiydi. Deniz Feneri’nde ise Woolf geleneksel anlayıştan, doktorlardan ve terapistlerden farklı bir yaklaşımdadır: Matem süreci yapılan bir eylemle açımlanır.
NOTLAR:
Mrs. Dalloway, Virginia Woolf, Çev: Tomris Uyar, İletişim Yayınları, 1982
Deniz Feneri, Virginia Woolf, Çev: Naciye Akseki Öncül, İletişim Yayınları, 2006


Çeviren: ŞEFİKA G. KAMCEZ (köşeli parantezler çevirmene aittir)


cin ayşe 6, ekim 2011, yas dosyasından

Hiç yorum yok: