1) Resim / Bilinmiyor
2) Second Hand – Kadyrova Zhanna – Havana – 2019
3) Bina fotoğrafı /Bilinmiyor/Instagram: Desillusions
HASAR
Helene Cixous ve John Cheever’a
“…
banyo ağlamak için eski bir yerdir
Bak bakalım annenin elleri hala kirli mi
…”[1]
Seher’den döndükten sonra kendini duşa attı Ayça. Cehennemsi sıcaklara maruz kalınmadığında da su rahatlatırdı. Rahatlaması belki de suyun ince ve devamlı sesinin banyo fayanslarındaki yankısının kendi düşüncelerini duymasını engellemesiydi. Suyun kötülük kabul etmediğine inanılır. Bu sebeple cadı olduğundan şüphelenenler suya atılır ve yüzeye çıkarsa şüphe haklı sayılırdı. Mesele bir kadını suçlamaksa, onu suçlayacak ve suçlamaları meşrulaştıracak yol her zaman bulunur. Ya batıp ölmesi ya yüzeyde kalıp öldürülmesini haklılaştırması beklenir. Rafet’in anneannesini yakmamışolmaları aslında bir mucizeydi. Duşa girdi girmesine ama günü üzerinden yıkayıp atamadı. Bazen böyle olurdu. O rahatlama hiç gelmezdi. Kafasındaki sesler baskındı. Ayla’nın ilk kez onu beklemeden okuldan bir başkası ile çıkmasının verdiği panik ve çaresizlik hissini yatıştırmayıp can havliyle eve ulaşmaya çalışırken, eve bir an önce uluşsa her şey hemen normalde dönecek umuduyla yolu arşınlarken, yol çalışmasının etrafa saçtığı taşlara takılıp kapaklanması dış gerçeklikle bir an için de olsa temas etmesini sağlamıştı. Darbe aldığı, sert bir temastı. Nefes nefese eve vardıktan sonra Ayla’nın bezmişliği ve kendi bitkinliği arasında ilk fırsatta duşa girmişti. Yüzü ve bacağındaki yaralar su ile temas edince kendini yakıcılığı ile daha da hissettirmişti. Duş başlığını eline alıp dizlerini kendine çekerek yere oturmuş, suyu başından aşağı tutarken kanın pembeleştirdiği suyun giderden usulca akmasını izlemişti. Su kötülüğü kabul etmez. O gün de bugün gibi kafasındaki sesler baskındı.
Su kötülüğü kabul etmez. Ailece oturdukları evin yakınlarındaki gölü düşündü. Ayla’nın kimselerin görmediğini zannederek sıvışıp evin yanındaki gölete gidip, kavanoz dolusu külleri suya boşaltışını. Yazıp yaktığı dilekleriydi belki…Hayata dair istekleri, arzularının, kurduğu hayallerin… Belki de bu onun hıdrelleziydi. Güllerden ikisi de yüz çevirmişti gerçi ancak Ayla’nın ortanca sevgisi bakiydi. İlk o zaman mı başlamıştı Ayla’nın onun bırakıp sıvışmaları? Neden ondan saklıyordu, neden kaçıyordu, neden sıvışıyordu ondan? Sakladığını, kaçtığını, sakladığını sanıyordu. Ayça bunu sanmasına izin veriyor Ayla da Ayça’nın buna izin vermesine izin veriyordu. Kardeşlik yer yer danışıklı dövüştür. Ayça, Ayla’nın göle onu atlatarak gittiğini fark ettiğinde de okuldan ona haber vermeden çıktığına benzer bir yoğunluk ve çıkışsızlık hissetmişti ama hemen toparlanmıştı. Ayla’ya çaktırmadan onu takip etti. O gün de yolda birkaç kez takıldı… Düşünceleri değil, adeta sıkıştırıldığı için patladı patlayacak bir ritme yükselen kalbinin çarpıntısının gürültüsünün sebep olduğu dengesizliklerdendi takılmaları. Göle vardığında hem saklanıp hem Ayla’yı görebileceği bir mesafede durdu. İşte Ayla, orada gölün kenarında elinde kül dolu kavanozla duruyordu. Kavanozun kapağını yavaşça açıyordu. Rüzgâr saçlarını ve üzerindeki baharlık montu, yerdeki yaprakları havalandırmıştı. Kavanozu baş aşağı göle boca ediyor küller suya ve etrafa saçılıyordu.
Su kötülüğü kabul etmez. Çamaşırları yıkadıktan sonra balkondaki ipe özenle dizdiği zaman ansızın bastıran yağmurun kabul edemediği neydi o zaman? Omuz omuza ön saflarda hizalanmış çarşaflar, t-shirtler, gömlek ve pantolonlar, arkaya saklanan iç çamaşırları ve Ayla’nın var yok arası şortları. Çamaşırların da yaşanmışlıkları, tanıklıkları vardı tabii, çamaşırların da hikayeleri vardı. Literatura de cordel. Cordel edebiyatı. Ucuz ve popüler hikayelerin edebiyatı. İsmini hikayelerin iplere asılarak satılmasından alır. Hayatlarının hikayesinin ucuz olmasını istemezdi. Hayatlarının hikayesinin görkemli olmasını isterdi. Kurtarılmayı beklercesine kendini sıkıştırması belki de bu görkem arzusunun çarpık yansımalarıydı. “Hayata razı olmak zordur. Razı olmadan süslemeye kalktığında da ucuzlaşıp, bayağılaşır.” diye yazmıştıRafet Bey. Onun yazıları iplere asılarak satılsaydı üzülürdü. Yere kapaklandığı gün duşa girdikten sonra toz, toprak ve kan içinde kalmış kıyafetlerini de yıkadı. Sonra henüz açık olan yaranın gerginleştirdiği bacağıyla aksaya aksaya balkona ilerleyip, yıkadığı kotunu, bluzunu iç çamaşırlarını çamaşır iplerine astı. Balkonun kapısının yanına çektiği sandalyeye oturup bir sigara yakıp rüzgârda hafifçe sallanan çamaşırlarını izlemeye koyuldu. Hafiften bir yağmur çiselemeye başladı. Kotu, bluzu ve iç çamaşırlarını toplayıp içeri almadı. Balkonun kapısını kapayıp salona geçti. O kotu, bluzu ve iç çamaşırlarını bir daha kullanmayacağını en başında biliyordu. O kotun, bluzun ve iç çamaşırının hikayesini hatırlamak istemiyordu. Onları alışkanlıktan yıkayıp balkona asmıştı. Yağmur araya girmese, kuruduklarında alışkanlıktan toplayıp, ütüleyip katlayacaktı. Ve alışkanlıktan akşam çöple birlikte kapının önüne çıkarıp düzgünce koyacaktı. Hayata razı olmanın bir tezahürü müydüalışkanlıklara meyilli olmak? Ya da ona razı gelememenin huzursuzluğunu bastırmak için sığınacak limanlardan biri mi?
Su kötülüğü kabul etmez. Ölü bir insan bedenini ilk kez göl sayesinde görmüşlerdi. Gölde ölü bir kadın bedeni bulunduğu söylenince civardaki herkes yavaş yavaş gölün etrafına üşüştü. Leontios[2] lanetinden nasibini almış felakete bakma arzusunu yenemeyen insanlar. İyice bakın gözlerim şu güzel manzaraya… Ayla ile okuldan dönüyorlardı. İnsanların aynı yöne doğru hızlıca ilerlediklerini görünce hiç konuşmadan birbirlerine soru sormadan takibe girişip kendilerini göl kenarında buldular. Ne o ne de Ayla göle yaklaşmadı. Aralardan üzeri turuncu çarşafla örtülmüş hareketsiz bedeni seçtiler. Kadının katılaşmış donuk ayakları çarşafın dışındaydı. İnsanlar fısıldaşıyordu ancak konuşulanları hiç duymadı, duyacak durumda da değildi. Midesi bulanıyor kulakları uğulduyordu. Ayla’ya midesinin bulandığı eve dönmek istediğini söyledi. Ağır ağır eve yürüdüler. Kadın neden ölmüştü, kendini mi öldürmüştü yoksa öldürülmüş müydü hiçbir zaman öğrenemediler. Göl civarı bu olaydan sonra oldukça ıssızlaştı. Ayla işte tam bu zamanlarda gölü mesken tutmaya başladı. Bir şeyi “yapma” dendiğinde, o şeyi inadına yapma huyu onu topal bıraktı ama o inadını bırakmadı. Bunun bir cesaret değil pervasızlık olduğunu bilemeyecek bir kız değildi. Yaptığının pervasızlık olduğunu bildiğinden Ayça adı gibi emindi. Pervasızlığı üstüne bile bile alıyordu. Pervasızlık ondan bedenleşiyordu ve o farkında olarak bunu seçiyordu. Pervasızlık onun hem gücü hem zayıflığıydı. Çoğu huyu onun hem gücü hem zayıflığıydı. Belki çoğu insanın da çoğu huyu onların hem gücü hem zayıflığıdır. Rafet Bey’in kendini öldürdüğü gün eve geldiğinde o gölde ölü bulunan kadını anımsadığını söyledi Ayla. Rafet Bey’in de ayakları ölü bedenin örten gazetelerin dışında kalmıştı. “Belki o kadın da intihar etmişti” dedi. “Rafet Bey boşluğa o sulara bırakmıştı kendini belki.” diye ekledi. Salonun kapısında dikilip bunları ağzının içinde geveleyerek,kendi kendine söylenir gibi fısıldamıştı. Sonra hızlıca banyoya yönelmişti. Günü üzerinde yıkayıp atmaya ihtiyaç duyuyor olabilirdi. Tam yakınlaşacak gibi olduğunda bir anda alıp başına gitme huyu da vardı Ayla’nın. Hem gücü hem zayıflığı.
Su kötülükleri kabul etmez. Rüyalar da alelade her yerde herkese anlatılmaz. Özellikle de rüya kötüyse. “Biri kötüye yorarsa gerçekleşir.” diye uyarmış suya anlatmasını tembihlemiş, kötülüğün su ile birlikte akıp gideceğini söylemişti. Aynı rüyayı kaç kez aynı banyoda, musluğun ince suyuna fısıltı ile hızlı hızlı anlattığını anımsamıyordu. Tekrarlayan kâbusları ne zaman görmeye başladığını da… Ayla’yı öldü zannettikleri aslında onun kaçıp gittiği… Kaçıp gidip başka bir aile ile yaşamaya başladığı... Artık onun ailesinin başkaları olduğu… Onu bulduklarında onları tanımamazlıktan geldiği, telefon ettiklerinde onları geçiştirdiği… Neden öldüğüne inanmalarına izin verdiği, onlara böyle bir acıyı nasıl yaşattığı, niye gittiği, neden bıraktığı sorularına cevap vermeyerek beton gibi bir ifade ile sanki orada değillermişçesine onlara baktığı… Bu kâbusun etkisinden tam kurtulacak gibi olduğunda yeniden görüyordu. Ayla, ondan uzaklaşsın ya da uzaklaşmasın, Ayça ne zaman Ayla ondan uzaklaşırmış gibi hissetse bu kâbusun duygusunu iliklerine kadar hissediyordu. Ayla’ya bunu anlatamazdı. Anlatsa kötüye yorabilirdi. Kötüye yorarsa kötülük gerçekleşebilirdi. Ayla’ya anlatamazdı. Rüyayı kötüye yormayıp, yorumlamasa Ayça’yı yorumlayacaktı. Gerçeklik kafasına taş olup düşse onun yine kendi kafasının içinde olanda direteceğini, mesela o taşın bulut olduğu kanısındaysa taş kafasını yarsa bile taşın bulut olduğuna inanmaya devam edip onun bulut olduğunda direteceği gibi şeyler söyleyecekti. Kafasının içindekilerin yalnız onu değil kendisini de yorduğunu söyleyecekti. Asla sevgisini, fedakarlığı, vericiliği ve endişelerini anlamayan bir kız kardeş niye vardır? Niye endişelerinin sevgisi, fedakarlığı ve vericiliğiyle ilişkili olduğunu anlamaz? Neden hiç anlayış gösteremez, ilk fırsatta sırtını dönmeye hevesli olur? Kız kardeş yine de kız kardeştir; sırtını dönmesini, gitmesini düşünemediğin, düşünmek bile istemediğin.
Rüyalar içinden çıkılmaz bir hal alabilirler. Ayla’nın dövmeler tutkusunun başladığı yaz. Kaçıp kaçıp buluştuğu sırtında iki omzuna yaslanan kartal figürünün dövmesi olan o adam. Erkenden güpegündüz neşeyle odalarına geliyor Ayla yokken. Ortalık dağınık, yataklar toplanmamış. Odaya aşinaymış gibi tavırları, sanki oda hep dağınıkmış ve o bunu kanıksamışmışgibi. Bir anda soyunuyor ve Ayça da soyunuyor. Sonra bir utanç hissediyor. İçerisinin çok aydınlık olduğunun farkına çıplak kalınca varıyor. Yatağın içine girmek istiyor adam “Seni görmek istiyorum” diyor, “O kadar güzelsin ki seni sevişirken olduğun gibi, tüm çıplaklığınla görmek istiyorum” diyor. Ayça adamın onu güzel bulmasının sevincini hissediyor. Adam ona sokuluyor. Ayça kaçmıyor, kaçamıyor. Şefkat, sevgi ve tutku dolu bir birleşme. Sanki her gün yapıyorlarmış gibi, sanki sevgililermiş gibi. Uyanmak istemiyor. Uyandığında mutlulukla, utancı aynı anda hissediyor. Sanki gerçekten adamla sevişmişmiş gibi hissi bütün günü tonu oluyor. Rüyaları görmeye devam ederken adamı plajda da görmeye devam ediyor. Plajda gördüğü sanki o rüyalarındaki adam değil gibi. Ama bir yandan da tam da rüyalarındaki gibi. Adam plajda, etrafta görülmez olduğunda da rüyaları devam ediyor. İlk görmeye başladığından bu rüyasını o kadar çok birine anlatmak istiyor ki kendini çok zor tutuyor. Anlatırsa rüya gerçekleşecekmiş gibi. Adamla gerçekten sevişecekmiş gibi. Ayla’ya ne der? Nasıl açıklar? Kız kardeşler yeri geldiğinde kendini tutmayı, yeri geldiğinde arkada durmayı bilmeli. Banyodaki musluğun başına kendini zor atıyor. Suyu açıp hızlı hızlı anlatmaya başlıyor.
Su kötülüğü kabul etmez. Seher’in Rafet’in annesi için söyledikleri düşündü. Kadının soğuk yerlere ve buza tutkusunun nedeninin bunaldıkça buzdolabı önüne dikilen annesi ve ıssız çocukluğu olabileceğini… Soğuk yerlerin ve buzun onun hikayesine sızıntısını… Su yolunu bulur. Her şeye ve herkese her zorluğa ve engele rağmen bulur. Akmayan su cansızlaşır. Cansızlık bir tür katılaşmaysa o zaman buz, suyun yaşamı dışlayan halidir. Hikâye anlatıcılığının yaşamsallığına aleladeliğin bayağılığı karıştığında donuklaşıp, katılaşarak cansızlaşıyordu belki. Kim bilir belki buz yaşamsallığı potansiyel olarak kendinde taşıyan bir cansızlığın tezahürüdür. Hikâye anlatıcısı olmayan anneler de vardır. Üstelik soğuk yerlere veya buza düşkünlükleri de yoktur. Yaşamsallığı akışkanlık ve katılaşma üzerinden anlatılamayacak başka türlü bir hayatın anneleri. Kendi annesini düşündü. Kahve keyfinin bütün günün dayatmalarını askıya aldığı bir yaşanmışlığı olan annesini. Annelikten zaman buldukça kendine bir keyif kahvesi yapardı annesi. Hava güzelse balkona çıkar, kahvesini balkonda içerdi. Kahve keyfini öğleden sonra, akşamüstüne denk getirdiyse güneşin tok ışığı kumral tenini parlatırdı. Annesi için günün en renkli zamanları bunlardı. Ve bu anlarda mutluluğu yüzünden okunurdu. Annesi ufak şeylerle mutlu olurdu. Ama geceleri ufak şeylerle mutlu olmakta zorlanıyor olabilirdi. Birkaç kez suyu fazla kaçırdığı için gece tuvalete gitmek için uyandığında banyoda annesi olduğu için beklemesi gerekti. Bir defasında annesi kapıyı aralık unutmuştu. Ayça odasına dönmedi ve aralıktan banyoya bakmayı tercih etti. İçeriyi daha rahat görebileceği bir açıya çıt çıkarmadan yerleşti. Annesi klozetin üzerine oturmuş, lavaboya doğru dönmüştü. Musluktan akan cılız suyun altında sağ elini gezdiriyordu. Yüzü yere eğik, omuzları aşağı düşüktü. Sol eliyle gözlerini kapamıştı. Omuzlarının sarsıldığını görebiliyordu. Kötü rüyalar annesine de mi musallat olmuştu?
Bu olayı Ayla ile paylaşmadı. O gün bu olayı paylaşmaması ile bugün artık çoğu şeyi paylaşmıyor olmaları birbirinden farklıydı. Ayça belki ilk zamandan beri asla kapanmayan bir ayrıksılılığı, fiziksel olarak Ayla’ya yakın kalarak yok saymaya çalıştı uzun zaman. Ancak annesinin banyodaki halini Ayla ile paylaşmamasının nedeni ne bu ayrıksılık ne de şahit olduğu şeyden sonra annesine dair hissettiği sırdaşlık hissiydi. Ayla’ya bu olayı anlatmadı çünkü nasıl anlatacağını bilmiyordu. Ayla’nın kazasının üzerinden çok az zaman geçmişti. Evdeki konuşmalar zorlamaydı. Sessiz gerginlikleri hissedebilmek olgunlukla değil, insan olmakla ilgilidir. Hiçbir şey yokken zorlama konuşmalar da olasılıklardan biridir ancak insan hiçbirşey yokmuş gibi davranırken zorlama konuşmalar yapmak zorundadır. Belki anlatsa sessizliğin daha da derinleşmesi korkusu onu susturdu. Bugün aynı olay olsa ve Ayla’ya bunu anlatsa ve bunu annesinin kabuslar görmesine bağlasa karşılık olarak Ayla büyük ihtimalle iç geçirecekti. Sonra azarlama ve söylenme arası tiratlarından birine başlayacaktı. |Ayça sen niye böylesin | Nereden biliyorsun kabusların musallat olduğunu anneme| Başka bir sebepten olamaz mı| Neden her boşluğu kendinle dolduruyorsun| Neden olanı olduğu gibi kabul etmiyorsun| Neden her şeyi kafandakileri uydurmaya çalışıyorsun | Niye böylesin sen Ayça | Bir şeye takılıyorsun ve her şeyi onunla açıklamaya çalışıyorsun| Hep bir şeylere takılıyorsun Ayça ve her seferinde kendi boşluğuna düşüyorsun | Ama her seferinde yine ve yeniden takılacak bir şeyler buluyorsun | Yaralanıyorsun ama yaralarının olduğunun da farkına varmıyor kendini daha da fazla yaralamak için zorluyorsun | Neden böylesin Ayça, neden|
Su kötülükleri kabul etmez. Günü üzerinden yıkayıp atamadı ve rahatlama gelmedi. Kafasındaki sesler banyonun fayanslarında çınlayacak şekilde yüksekti. Ellerin için ve tabanları buruşmuş ve su soğumuştu. Küvetten çıkıp, kurulandı. Kirlileri çamaşır makinesine koyarak makineyi çalıştırıp odasına geçti. Yatağına uzandı. Başucundaki şakayıkları izledi bir süre. Sedat’la birlikteyken satın aldığı kitabı okumaya kaldığı yerden devam etti. Komşularının havuzlarını yüzerek geçip, eve dönmeyi planlayan, buna kendini inandırmış bir adamın hikayesiydi. Su eve dönüşün umudunun da taşıyıcısıydı. Adamın yolculuğu güzel başlamıştı. Hem insanlar hem gökyüzü pırıl pırılken hikâye ilerledikçe hem insanlar hem de hava koşulları kötüleşmeye başlamıştı. Gerçekten amaç evine varmak mıydı, evine varabilecek miydi henüz Ayça için cevabını bulmamış sorulardı. Hikâyenin hüzünlü bir tona bürünmesi adamın planının suya düşeceğini, inancının boşa olduğunu gösterir gibiydi. Ayla’nın ona söyledikleri aklına geldi. Adam da olanı olduğu gibi kabul etmeyip dış dünyayı kafasındakilere uydurmaya çalışanlardandı belki. Böyle hikayelere hâkim olan duygu hüzündü o zaman. Ya da bu da yine onun hüsnü kuruntusu. Kalkıp çamaşır makinesini kontrol etti, durmuştu. Çamaşırları makineden çıkardı, balkona ilerledi. Balkon iplerini ıslak bezle sildi. Karşı binanın dış cephesi tadilatta olduğundan her yer toz toprak içindeydi. Çamaşırları iplere serdi. Mutfağa gidip kendine bir kahve yaptı, salonun penceresinde dışarıyı izlemeye başladı. Tadilattaki binanın bir kısmını kaplayan muşamba şiddetli bir şekilde uçuşuyordu. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bulutlar yağmuru haber verircesine koyulmaya ve alçalmaya başlamıştı.