20 Ocak 2015

ELİF SOFYA İLE DİK ÂLÂ ÜZERİNE SÖYLEŞİ





ELİF SOFYA İLE DİK ÂL ÜZERİNE SÖYLEŞİ /
ANİTA SEZGENER

Öncelikle bu harika kitap için çok teşekkürler.


Duygulanımların, sezişlerin en güçlüsünün hayvanlar üzerinden aktarıldığı, yaralı olanın, zülme uğrayanın hayvan-oluşa girdiği bir biraradalık, insan-merkezcilikten çıkış, talihsel bir hayvanla(sincap) çıkılan bir yolculuk olarak şiirin.
Sincap’ın simgeselliğinden bahsedebilir misin biraz?
Yaşamım boyunca gözlemlediğim, her fırsatta karşıma çıkan bir olgu var; insan'lar tarafından yaratılan her olumsuzluk, kötülük ve facianın sorumluluğunun yine insan'lar tarafından üstlenilmemesi, böyle durumların ifade edilişine baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Örneğin adamın biri çocuklara tecavüz edip öldürüyor, "bunu yapan insan olamaz" klişesine çarpıyoruz. Savaşları, kıyımları, işkenceleri "insan'lık dışı" diyerek  yanımıza bile yaklaştırmıyoruz. Böyle olduğu için de kendi kötülüğünün farkına varamayan bir türün bireyleri olarak, yaşama ait, canlılığa sahip her şeyi sömürüp yok etmekten kurtulamıyoruz. Çünkü bütün kötülükler insan'lık dışında olup bitiyor; savaşların, soykırımların, işkencelerin, tecavüzlerin, cinayetlerin sorumlusu olsa olsa sincaplardır diye düşünüyorum. İnsan'lık dışı alanda, insanlığın tüm kötülükleri üzerlerine yıkılmış olanlarla yan yana olmayı, insan'larla bir arada olmaya tercih ediyorum. Biri insan olmanın değerinden bahsediyorsa, orada ciddi bir sorun var demektir.

Çok müzikli bir kitap bu, sanki içinde kuşlar ötüşüyor.
kuşlara yazılmış bir övgü şiiri olarak duruyor ’kuşların kuşatması’ da:
“omurgalarını dağıtan hayvanların gözlerinden görünüyor.”
Militarizmi kıran, mayını ayıklayan, sınırları kaldıran, tarihin insan üzerinden yazılmasına içerleyen ve kuşları görmezden gelmeyen bir tarih.
Bu şiirlerde yeni bir tarih-yazımı arzusu mu var sence?
Tam tersine, tarih'in top yekün imhasının gerekliliğine inanırım. Tekno-endüstriyel düzenin yıkımı, "tarih"in ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Tarih kavramı, ilerlemenin, uygarlığın yani kısaca söylemek gerekirse insan'ın hem kendi türünü hem de diğer türleri ve doğallığı nasıl ve ne şekilde yok ettiğinin kutsandığı bir dökümdür. Tarih, geçmişimizin nasıl talan edildiği bilgisinin yanı sıra, geleceğimizin ne şekilde gasp edileceğinin de tasavvurunu barındırır.

Ya ’heykel’ şiirindeki ‘kuş yumurtası’ imgesi?
Egemenlerin devrilmesi, yeniden ayağa kalkmayacaklarını garanti etmiyor. Bu nedenle kuşların çoğalması hayati öneme sahip, gerektiğinde çatlayacak yumurtaları hep olsun. Konuyla göbekten bağlı güncel bir bilgi de eklemek isterim; Ankara - Eskişehir hattında hizmete giren Hızlı Tren'in günlük katliam bilançosu şimdilik 600 göçmen kuş. Çünkü trenin güzergahı Samsun Bafra Kuş Cenneti'ndeki Balık Gölleri ile Kuzey Akdeniz Göller Bölgesi arasındaki en önemli kuş göç hattı olan ''Sistem 5'' in üzerinden geçiyor. Tekno- endüstriyel ölüm düzeninin egemenlerinin ve uygulayıcılarının hakkından gelmeleri için sağ kalan"kuş"lara güveniyorum.

’halka’ şiirinde bizi çok eskil çağlara götüren arkaik bir lezzet var. İnsanın ikiyüzlülüğü, zülme ses etmemesi, Ortadoğu’da çınlıyan yalan (hele bu günlerde). insanın kendini köleleştirmesi döngüsel bir algı mı sence?
Bu şiir gerçekten de, son günlerde yaşananlara denk düşen bir içerik taşımış oldu. Ortadoğu, Yezidilerin tavusu, Gazze'de yaşananların yalan yanlış ve manipüle edilmiş dolaşımı ile neredeyse olayların tümünü kapsayan, bir toplamı barındırıyor. Haklısın insan'ın iki yüzlülüğü bu dönemde bir kez daha, üstelik görünürlüğü fazlasıyla artarak önümüze serildi. Arap, Yahudi, Sünni, Şii, Yezidi, Hamas ve İsrail Devleti üzerinden üretilen söylemlerin tutarsızlığı bir yana ırkçı ve mezhepçi tutumların dehşet uyandıran yükselişine militarizmin yüceltilmesi de eklenince, insan'lığın gerçek portresi bir kez daha ortaya çıktı.

’kuzular kuşlar’ oldukça eleştirel ve sivri bir şiir.
“Hangi ölüme karşı dursak
midenizde kuzular kuşlar”
Bu dizenden yola çıkarak toplumsal mücadele alanında sorunlu gördüğün, atlanıldığını düşündüğün ayrıntıları konuşmak ister miydin?
Toplumsal mücadeleden ziyade, asıl sorun toplumun bizatihi kendisidir benim için. Bunları konuşmak da istemem aslına bakarsan. Çoğu zaman şiirlerimde ortaya çıkıyor zaten, ondan fazlasını söylemek hem didaktik olabiliyor hem de sanki bir umut varmış da konuşursak hallolurmuş etkisi yaratıyor. Yok böyle bir umut. İnsan'lık, hiç bir zaman kibirle ve yok etme tutkusuyla donattığı benliğini terk etmeyecek.

’Sarı sabır zamanlar’da mıyız?
Çocukluğumuzda öyleydik, güzel ve iyi bir dünyanın bizi beklediğini hayal ederek sabrediyorduk, artık bizi ne bekliyormuş gördük, yüzleştik, biliyoruz.

’diklik’ imgesi kitapta da karşımıza çıkıyor. peki ‘dik âlâ’  nerden ve nasıl geldi aklına?
Sen de bilirsin kitaba bir isim bulmak her zaman kolay olmaz. Bu dosyada epey zorlandığımı söyleyebilirim. Bulduğum isimlerin hiç biri bütünü kapsayacak güçte olmadı, içime sinmedi. Yayınevine teslim tarihi yaklaştıkça, iyice panik olmaya başlamıştım. 'Dik Âla' bir anda aklıma geliverdi, tamam dedim budur. Çünkü şiirsellikten uzak, kısa ve dosyanın bütünlüğünü yansıtan bir isim olmasını istiyordum. İstediğim gibi oldu.

‘sonra hayvan olacağım’ mükemmel bir şiir. Aklıma E.Canetti’nin, “tarihte hayvanlardan çok az söz ediliyor”, demesi geliyor.  Sen bu konuda ne söylemek istersin? Hayvansız kalsak hissizleşir miydik?
Biliyor musun Canetti'nin babasıyla büyükbabam çok yakın dostlarmış ve birlikte ticaret yapmışlar Rusçuk'ta. Onlarla ilgili çok hikâye dinledim çocukken. Bu yüzden Canetti'yi çok severim. Doğru bir tespit elbette, ama bu durumun hayvanların umurunda olmadığını söyleyebiliriz sanırım. Hayvanlığımızdan uzaklaştığımız ölçüde "insan" olduğumuzu söylüyorlar, bu bir gerçek tabii, ama olduğumuz şey ucubeden başka bir şey değil, bu da gerçek. İnsan'ın doğallığından, hayvanlığından koparak girdiği ve ilerlediği uygarlık denen yolun her adımı kan, kıyım, vahşet izleriyle bezeli.

Nasıl bir zamana yayıldı kitabın oluşumu?
'Düzensiz' çıktıktan sonra yazdığım şiirler bunlar, aşağı yukarı beş yıllık bir zaman diliminde yazıldı. Ama büyük bölümü son iki yılda yazdıklarımdan oluşuyor.

Biz bu şiirlerle ‘ağaçlara kabuk’ oluyor gibiyiz. Böylesi davetkar ve kışkırtıcı olunca kendimizle de kalıyoruz. Bir eylem planı için manifestik bir çağrı seziliyor derinden.
Şiirin kendisini büyük bir ortak eylem planı olarak görüyor musun?
Elbette şiir'in genel anlamda böyle bir gücü olduğunu söylemek mümkün. Kendi şiirim için bu böyle midir bilemem. Şiir, dilin kısıtladıklarıyla hissedişin sınırsızlığı arasında salınıp duran bir sarkaç gibidir, okurda yarattığı etkiyi hangi tarafa daha güçlü çarptığı belirler. Şairin yaptığı planların, şiirle okurun karşılaştığı noktada pek de kıymetiharbiyesi yoktur bence.

’Ali İsmail’ şiirinin önemi. “Kasırgalara gebe oğlan”. Gezi sürecini ve polis şiddetini çok iyi yansıtıyorsun. Bu şiirin oluşumdan bahsetmek ister miydin?
Ali İsmail şiiri, gezi olaylarında katledilen çocukların hepsini taşıyan bir şiirdir. Devlet şiddetinin bu kadar uzun süre gözler önünde yaşandığı başka bir dönem olmadı. Kapalı kapılar ardında sürekliliği olan bir şiddet biçimi, ilk kez sokağa bu denli taştı ve sade vatandaş da devletle tanıştı. Ali İsmail'in yaşadığı şiddet görüntüleri, uzun süre dayağa maruz kalması, bunları izleyen pek çok kişide travmaya neden oldu, bende böyle oldu. Ali İsmail şiiri, gezi kalkışmasında katledilen gençlerin acısının yarattığı travmayla ortaya çıktı.

’kont’ şiirinde uygarlık karşıtlığına özel bir vurgu var.
“Tıka kulaklarını kont
makinelerin dişlerine”
Uygarlık karşıtlığı üç kitabında da ortadan akan bir nehir. Bu anlamda üç kitabını karşılaştırsaydın neler söylerdin?
Doğal olarak ben neysem, yazdıklarım da o. Başka türlüsü zaten nasıl mümkün olur bilmiyorum. Hayat karşısında duruş, dünyayı algılayış biçimim yazdıklarımı da biçimlendiriyor. Üç kitabımda benzerlikler olduğu kadar, farklılıklar da var. Bunu benim fark ettiğim ölçüde okur da farkediyor mu bilmiyorum, ama Dik Âlâ'nın gördüğü ilgi ve iltifattan memnunum.

’Albino rüya’ da kendine açılan bir ayna. Hem kendine hem dünyaya hem doğaya açılmayı tüm kitap boyunca bir araya getiriyorsun.
Sözün ve dilin biteceği bir yer var mıdır peki sence?
Söze ve dile ihtiyaç duyulmayan bir dünya'nın, sembollerden kurtulmuş, doğal gerçekliğine kavuşmuş olacağı aşikar. Bunun nasıl olacağını kestirmek çok da zor değil, yaşam tarzlarımız, içinde yaşamak zorunda kaldığımız koşullar, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, her şey, bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor.

’koza’yı bir mitos-şiir olarak okudum ben. Mitolojiyle şiir arasındaki ilişkiyi sen nasıl görüyorsun?
Benim çok yararlandığım bir alan değil artık, "Ters Düşünce"de daha fazla mitolojik gönderme vardı, ama giderek uzaklaştığımı söyleyebilirim.

’hayvanların insanlara başkaldırısı’ görüsü için ne söylemek istersin?
(1917’de Galli yazar Arthur Macher’in ‘the terror’ adlı romanında işlediği dört ayaklıların ve kanatlıların insanlara başkaldırısı söz konusu, senin bunun adına ‘terör’ demeyeceğinden eminim)
Başkaldırı, tahakküm ve sömürüye karşı ortaya çıkan bir eylem biçimi. On binlerce yıldır hayvanların insanlar tarafından köleleştirilip sömürüldüğünü,  öldürüldüğünü düşünürsek, çok görkemli bir başkaldırı fantezisi kurmak gerekir; yeryüzünde tek bir insanın kalmayacağı kadar güçlü bir fantezi.

’işleyişi işlerin’ hele son beş dize yine oldukça manifestik. Dünyanın hızı  durulur mu sence ve bu nasıl olabilir?
Dünyayı hızlandıran her şeyi durdurmakla mümkün bu. Dünyaya ait olmayan, yani insan üretimi olan ne varsa, hatta insan'ın durdurulması da dahil buna. Gezegenin yaşam koşullarını sürdürebilmesi için, başka bir yol olmadığını görüyoruz.

Okurken insanı böylesine coşkulandıran bu harika kitabı yazmanda sana ilham veren şeylerden konuşsak biraz da son olarak..
Beni rahatsız eden her şey yazmama yol açar. İlham kavramı bunu karşılar mı bilmiyorum, ama karşıladığını varsayarsak omuzumda oturan bir ilham perisi de olsun hadi. İşte o peri yara bere içinde, kan revan bir halde, buram buram mezbaha ve barut kokuyor.Tırnaklarını kemiklerime dek geçirmiş, omuzumda durmaya çabalıyor.

'Dik Âlâ' ya o muhteşem desenlerini verdiğin için ve bu harika sorular için çok teşekkür ederim.

cin ayşe 12, güz 2014


1 yorum:

Zeynep Bengü dedi ki...

Tarih kavramı derken resmi tarih kastediliyor herhalde, yoksa sözlü tarih yöntemiyle yazılan tarih, kotarılan yaşanmışlıklar geçmişimizi ve geleceği anlamaya yönelik samimi çabalardır. Dolayısıyla tarih gerekli bizlere...