ELİF SOFYA İLE DİK ÂLÂ ÜZERİNE SÖYLEŞİ /
ANİTA SEZGENER
Öncelikle bu harika
kitap için çok teşekkürler.
Duygulanımların, sezişlerin en güçlüsünün hayvanlar
üzerinden aktarıldığı, yaralı olanın, zülme uğrayanın hayvan-oluşa girdiği bir
biraradalık, insan-merkezcilikten çıkış, talihsel bir hayvanla(sincap) çıkılan
bir yolculuk olarak şiirin.
Sincap’ın simgeselliğinden bahsedebilir misin biraz?
Yaşamım boyunca
gözlemlediğim, her fırsatta karşıma çıkan bir olgu var; insan'lar tarafından
yaratılan her olumsuzluk, kötülük ve facianın sorumluluğunun yine insan'lar
tarafından üstlenilmemesi, böyle durumların ifade edilişine baktığımızda bunu
açıkça görebiliyoruz. Örneğin adamın biri çocuklara tecavüz edip öldürüyor,
"bunu yapan insan olamaz" klişesine çarpıyoruz. Savaşları, kıyımları,
işkenceleri "insan'lık dışı" diyerek
yanımıza bile yaklaştırmıyoruz. Böyle olduğu için de kendi kötülüğünün
farkına varamayan bir türün bireyleri olarak, yaşama ait, canlılığa sahip her
şeyi sömürüp yok etmekten kurtulamıyoruz. Çünkü bütün kötülükler insan'lık
dışında olup bitiyor; savaşların, soykırımların, işkencelerin, tecavüzlerin,
cinayetlerin sorumlusu olsa olsa sincaplardır diye düşünüyorum. İnsan'lık dışı
alanda, insanlığın tüm kötülükleri üzerlerine yıkılmış olanlarla yan yana
olmayı, insan'larla bir arada olmaya tercih ediyorum. Biri insan olmanın
değerinden bahsediyorsa, orada ciddi bir sorun var demektir.
Çok müzikli bir kitap bu, sanki içinde kuşlar ötüşüyor.
kuşlara yazılmış bir övgü şiiri olarak duruyor ’kuşların
kuşatması’ da:
“omurgalarını dağıtan hayvanların gözlerinden görünüyor.”
Militarizmi kıran, mayını ayıklayan, sınırları kaldıran,
tarihin insan üzerinden yazılmasına içerleyen ve kuşları görmezden gelmeyen bir
tarih.
Bu şiirlerde yeni bir tarih-yazımı arzusu mu var sence?
Tam tersine, tarih'in
top yekün imhasının gerekliliğine inanırım. Tekno-endüstriyel düzenin yıkımı,
"tarih"in ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır. Tarih kavramı,
ilerlemenin, uygarlığın yani kısaca söylemek gerekirse insan'ın hem kendi
türünü hem de diğer türleri ve doğallığı nasıl ve ne şekilde yok ettiğinin
kutsandığı bir dökümdür. Tarih, geçmişimizin nasıl talan edildiği bilgisinin
yanı sıra, geleceğimizin ne şekilde gasp edileceğinin de tasavvurunu barındırır.
Ya ’heykel’ şiirindeki ‘kuş yumurtası’ imgesi?
Egemenlerin
devrilmesi, yeniden ayağa kalkmayacaklarını garanti etmiyor. Bu nedenle
kuşların çoğalması hayati öneme sahip, gerektiğinde çatlayacak yumurtaları hep
olsun. Konuyla göbekten bağlı güncel bir bilgi de eklemek isterim; Ankara -
Eskişehir hattında hizmete giren Hızlı Tren'in günlük katliam bilançosu
şimdilik 600 göçmen kuş. Çünkü trenin güzergahı Samsun Bafra Kuş Cenneti'ndeki Balık
Gölleri ile Kuzey Akdeniz Göller Bölgesi arasındaki en önemli kuş göç hattı
olan ''Sistem 5'' in üzerinden geçiyor. Tekno- endüstriyel ölüm düzeninin
egemenlerinin ve uygulayıcılarının hakkından gelmeleri için sağ
kalan"kuş"lara güveniyorum.
’halka’ şiirinde bizi çok eskil çağlara götüren arkaik bir
lezzet var. İnsanın ikiyüzlülüğü, zülme ses etmemesi, Ortadoğu’da çınlıyan
yalan (hele bu günlerde). insanın kendini köleleştirmesi döngüsel bir algı mı
sence?
Bu şiir gerçekten de,
son günlerde yaşananlara denk düşen bir içerik taşımış oldu. Ortadoğu,
Yezidilerin tavusu, Gazze'de yaşananların yalan yanlış ve manipüle edilmiş
dolaşımı ile neredeyse olayların tümünü kapsayan, bir toplamı barındırıyor.
Haklısın insan'ın iki yüzlülüğü bu dönemde bir kez daha, üstelik görünürlüğü
fazlasıyla artarak önümüze serildi. Arap, Yahudi, Sünni, Şii, Yezidi, Hamas ve
İsrail Devleti üzerinden üretilen söylemlerin tutarsızlığı bir yana ırkçı ve
mezhepçi tutumların dehşet uyandıran yükselişine militarizmin yüceltilmesi de
eklenince, insan'lığın gerçek portresi bir kez daha ortaya çıktı.
’kuzular kuşlar’ oldukça eleştirel ve sivri bir şiir.
“Hangi ölüme karşı dursak
midenizde kuzular kuşlar”
Bu dizenden yola çıkarak toplumsal mücadele alanında
sorunlu gördüğün, atlanıldığını düşündüğün ayrıntıları konuşmak ister miydin?
Toplumsal mücadeleden
ziyade, asıl sorun toplumun bizatihi kendisidir benim için. Bunları konuşmak da
istemem aslına bakarsan. Çoğu zaman şiirlerimde ortaya çıkıyor zaten, ondan
fazlasını söylemek hem didaktik olabiliyor hem de sanki bir umut varmış da
konuşursak hallolurmuş etkisi yaratıyor. Yok böyle bir umut. İnsan'lık, hiç bir
zaman kibirle ve yok etme tutkusuyla donattığı benliğini terk etmeyecek.
’Sarı sabır zamanlar’da mıyız?
Çocukluğumuzda
öyleydik, güzel ve iyi bir dünyanın bizi beklediğini hayal ederek
sabrediyorduk, artık bizi ne bekliyormuş gördük, yüzleştik, biliyoruz.
’diklik’ imgesi kitapta da karşımıza çıkıyor. peki ‘dik
âlâ’ nerden ve nasıl geldi aklına?
Sen de bilirsin kitaba
bir isim bulmak her zaman kolay olmaz. Bu dosyada epey zorlandığımı
söyleyebilirim. Bulduğum isimlerin hiç biri bütünü kapsayacak güçte olmadı,
içime sinmedi. Yayınevine teslim tarihi yaklaştıkça, iyice panik olmaya
başlamıştım. 'Dik Âla' bir anda aklıma geliverdi, tamam dedim budur. Çünkü şiirsellikten
uzak, kısa ve dosyanın bütünlüğünü yansıtan bir isim olmasını istiyordum.
İstediğim gibi oldu.
‘sonra hayvan olacağım’ mükemmel bir şiir. Aklıma
E.Canetti’nin, “tarihte hayvanlardan çok az söz ediliyor”, demesi geliyor. Sen bu konuda ne söylemek istersin? Hayvansız
kalsak hissizleşir miydik?
Biliyor musun
Canetti'nin babasıyla büyükbabam çok yakın dostlarmış ve birlikte ticaret
yapmışlar Rusçuk'ta. Onlarla ilgili çok hikâye dinledim çocukken. Bu yüzden
Canetti'yi çok severim. Doğru bir tespit elbette, ama bu durumun hayvanların
umurunda olmadığını söyleyebiliriz sanırım. Hayvanlığımızdan uzaklaştığımız
ölçüde "insan" olduğumuzu söylüyorlar, bu bir gerçek tabii, ama
olduğumuz şey ucubeden başka bir şey değil, bu da gerçek. İnsan'ın doğallığından,
hayvanlığından koparak girdiği ve ilerlediği uygarlık denen yolun her adımı
kan, kıyım, vahşet izleriyle bezeli.
Nasıl bir zamana yayıldı kitabın oluşumu?
'Düzensiz' çıktıktan
sonra yazdığım şiirler bunlar, aşağı yukarı beş yıllık bir zaman diliminde yazıldı.
Ama büyük bölümü son iki yılda yazdıklarımdan oluşuyor.
Biz bu şiirlerle ‘ağaçlara kabuk’ oluyor gibiyiz. Böylesi
davetkar ve kışkırtıcı olunca kendimizle de kalıyoruz. Bir eylem planı için
manifestik bir çağrı seziliyor derinden.
Şiirin kendisini büyük bir ortak eylem planı olarak
görüyor musun?
Elbette şiir'in genel
anlamda böyle bir gücü olduğunu söylemek mümkün. Kendi şiirim için bu böyle
midir bilemem. Şiir, dilin kısıtladıklarıyla hissedişin sınırsızlığı arasında
salınıp duran bir sarkaç gibidir, okurda yarattığı etkiyi hangi tarafa daha
güçlü çarptığı belirler. Şairin yaptığı planların, şiirle okurun karşılaştığı
noktada pek de kıymetiharbiyesi yoktur bence.
’Ali İsmail’ şiirinin önemi. “Kasırgalara gebe oğlan”.
Gezi sürecini ve polis şiddetini çok iyi yansıtıyorsun. Bu şiirin oluşumdan
bahsetmek ister miydin?
Ali İsmail şiiri, gezi
olaylarında katledilen çocukların hepsini taşıyan bir şiirdir. Devlet
şiddetinin bu kadar uzun süre gözler önünde yaşandığı başka bir dönem olmadı.
Kapalı kapılar ardında sürekliliği olan bir şiddet biçimi, ilk kez sokağa bu
denli taştı ve sade vatandaş da devletle tanıştı. Ali İsmail'in yaşadığı şiddet
görüntüleri, uzun süre dayağa maruz kalması, bunları izleyen pek çok kişide
travmaya neden oldu, bende böyle oldu. Ali İsmail şiiri, gezi kalkışmasında
katledilen gençlerin acısının yarattığı travmayla ortaya çıktı.
’kont’ şiirinde uygarlık karşıtlığına özel bir vurgu var.
“Tıka kulaklarını kont
makinelerin dişlerine”
Uygarlık karşıtlığı üç kitabında da ortadan akan bir
nehir. Bu anlamda üç kitabını karşılaştırsaydın neler söylerdin?
Doğal olarak ben
neysem, yazdıklarım da o. Başka türlüsü zaten nasıl mümkün olur bilmiyorum.
Hayat karşısında duruş, dünyayı algılayış biçimim yazdıklarımı da
biçimlendiriyor. Üç kitabımda benzerlikler olduğu kadar, farklılıklar da var.
Bunu benim fark ettiğim ölçüde okur da farkediyor mu bilmiyorum, ama Dik
Âlâ'nın gördüğü ilgi ve iltifattan memnunum.
’Albino rüya’ da kendine açılan bir ayna. Hem kendine hem
dünyaya hem doğaya açılmayı tüm kitap boyunca bir araya getiriyorsun.
Sözün ve dilin biteceği bir yer var mıdır peki sence?
Söze ve dile ihtiyaç
duyulmayan bir dünya'nın, sembollerden kurtulmuş, doğal gerçekliğine kavuşmuş
olacağı aşikar. Bunun nasıl olacağını kestirmek çok da zor değil, yaşam
tarzlarımız, içinde yaşamak zorunda kaldığımız koşullar, soluduğumuz hava,
içtiğimiz su, her şey, bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor.
’koza’yı bir mitos-şiir olarak okudum ben. Mitolojiyle
şiir arasındaki ilişkiyi sen nasıl görüyorsun?
Benim çok
yararlandığım bir alan değil artık, "Ters Düşünce"de daha fazla
mitolojik gönderme vardı, ama giderek uzaklaştığımı söyleyebilirim.
’hayvanların insanlara başkaldırısı’ görüsü için ne
söylemek istersin?
(1917’de Galli yazar Arthur Macher’in ‘the terror’ adlı
romanında işlediği dört ayaklıların ve kanatlıların insanlara başkaldırısı söz
konusu, senin bunun adına ‘terör’ demeyeceğinden eminim)
Başkaldırı, tahakküm
ve sömürüye karşı ortaya çıkan bir eylem biçimi. On binlerce yıldır hayvanların
insanlar tarafından köleleştirilip sömürüldüğünü, öldürüldüğünü düşünürsek, çok görkemli bir
başkaldırı fantezisi kurmak gerekir; yeryüzünde tek bir insanın kalmayacağı
kadar güçlü bir fantezi.
’işleyişi işlerin’ hele son beş dize yine oldukça
manifestik. Dünyanın hızı durulur mu
sence ve bu nasıl olabilir?
Dünyayı hızlandıran
her şeyi durdurmakla mümkün bu. Dünyaya ait olmayan, yani insan üretimi olan ne
varsa, hatta insan'ın durdurulması da dahil buna. Gezegenin yaşam koşullarını
sürdürebilmesi için, başka bir yol olmadığını görüyoruz.
Okurken insanı böylesine coşkulandıran bu harika kitabı
yazmanda sana ilham veren şeylerden konuşsak biraz da son olarak..
Beni rahatsız eden her
şey yazmama yol açar. İlham kavramı bunu karşılar mı bilmiyorum, ama
karşıladığını varsayarsak omuzumda oturan bir ilham perisi de olsun hadi. İşte
o peri yara bere içinde, kan revan bir halde, buram buram mezbaha ve barut
kokuyor.Tırnaklarını kemiklerime dek geçirmiş, omuzumda durmaya çabalıyor.
'Dik Âlâ' ya o
muhteşem desenlerini verdiğin için ve bu harika sorular için çok teşekkür
ederim.
cin ayşe 12, güz 2014
cin ayşe 12, güz 2014
1 yorum:
Tarih kavramı derken resmi tarih kastediliyor herhalde, yoksa sözlü tarih yöntemiyle yazılan tarih, kotarılan yaşanmışlıklar geçmişimizi ve geleceği anlamaya yönelik samimi çabalardır. Dolayısıyla tarih gerekli bizlere...
Yorum Gönder